Söyleşi

Müzik emekçileri anlatıyor

Pandemi süreci ile birlikte müzik emekçileri maddi-manevi kayıplar yaşadılar ve sanat ürünlerini, yaratıcılıklarını ortaya koyabilecekleri alanlarını yitirdiler. Biz de Yeni Ülke Dergisi olarak müzik emekçilerinin bu sürece dair görüşlerine yer vermek istedik.

Sorularımız:

  1. Pandemi süreci pek çok iş kolunda çalışma şartlarını olumsuz etkiledi, ama özellikle kültür sanat alanında üretim yapan emekçiler bu dönemi çok daha ciddi sıkıntılarla geçirdi, ne yazık ki pek çok müzisyenin de intihar haberlerini aldık. AKP iktidarının bu dönemde müzik emekçilerine dönük herhangi bir desteği olmadığı gibi pandemiyi bahane ederek kültür-sanat alanına müdahalesini daha da arttırdığını söyleyebiliriz. Kendi kongrelerini, mitinglerini sürdürürken tiyatro salonları kapandı, konserler iptal oldu, barların kafelerin kapanmasıyla buralarda çalışanlar işsiz kaldı. Bu konuda sizin de görüşlerinizi almak isteriz.
  2. Birlikte müzik yapmanın insan sağlığına, gelişimine iyi geldiğini bilim insanları da ortaya koyuyor, aslında sanata getirilen her türlü engel sağlıklı bir toplumun, gelecek kuşakların da önünde ciddi bir engel. Bu engeli aşmak ve yeniden birlikte üretebilmenin araçlarına dair neler söylemek istersiniz?
  3. Cumhurbaşkanlığının 21 Haziran 2021 tarihli Kabine toplantısı sonrası Erdoğan koronavirüs tedbirleriyle ilgili açıklamada bulundu. Müzikle ilgili kısıtlamayı 24:00’e çektiklerini belirtirken “Kusura bakmayın, gece kimsenin kimseyi rahatsız etme hakkı yok” ifadelerine yer verdi. Bu açıklama da gösteriyor ki aslında yapılan kısıtlamaların COVID’e karşı önlem almakla bir ilgisi yok. Konuya dair neler söylemek istersiniz?

İlke Kızmaz-Müzisyen

  • Öncelikle şunu belirtmemiz gerekiyor; on binlerce kültür-sanat emekçisinin yaklaşık 2 yıldır tamamen işsiz ve aç bırakıldığı bu süreçte müzik ve sahne emekçilerinin yaşadığı vahameti anlatmak için ne yazık ki intiharlardan bir istatistik gibi bahsedip geçiyoruz. Yüzden fazla sayıda müzik ve sahne emekçisinin intihar ettiği söyleniyor. Sadece müzisyenler de değil, ülkemiz her gün birkaç yurttaşımızın yoksulluk sebebiyle canlarından vazgeçtiği bir yer haline geldi. Bu korkunç bir durum. Emekçiler sadece pandemiyle değil AKP’nin neo-liberal politikalarla ülkeyi mahkûm ettiği yoksullukla da mücadele ediyor. Müzik emekçilerinin yaşadığı durum aslında tüm emekçilerin ortak konusu. Fakat bir müzik emekçisi olarak şunu da ifade etmem gerekiyor; pandemi bize kapitalist AKP Türkiye’sinin dayattığı serbest piyasa koşullarına karşı örgütlü olmamanın ne kadar ölümcül bir sorun olduğunu bir kez daha gösterdi. Burada biraz dönüp kendimize de bakalım. Müzik ve sahne emekçileri, yapımcıların, menajerlerin, ‘assolist’lerin kazandığı milyonlarca liralık bütçelerden onlara “lütfedilen” ufacık paylara tamah ederek, kayıtsız, sigortasız, insanlık dışı koşullara razı olarak çalışıyorlar. Ne yazık ki meslektaşlarımızın büyük bir kısmı bu durumu doğal karşılıyor. Mesleğin onuru ve insanca çalışma ve yaşam koşulları için bu tutumdan vazgeçilmesi gerekiyor. Pandemiyle birlikte bu kayıt dışılığın aslında “yok hükmünde” olmak anlamına geldiğinin, kendi emeklerini birilerinin insafına bırakmanın ne kadar ölümcül olabileceğinin görülmüş olmasını umuyorum. Sadece eser sahibi olanların telif haklarını korumakla görevli birkaç meslek örgütü haricinde on binlerce emekçinin hakkını savunacak bir örgütlenme hala yok. Müzik ve sahne emekçilerinin bir an evvel mesleklerini yasal bir mevzuata kavuşturmak için, haklarını savunmak için örgütlenmesi şart.
  • Diğer yandan kültür-sanat alanının ayrı ideolojik bir anlamı da var. Hatırlarsınız; geçtiğimiz yıllarda siyasal İslamcı AKP hükümetinin en üst düzey isimlerinin ağzından da iktidarları boyunca kültürel hegemonyalarını kuramadıkları yönünde açıklamalar duymuştuk. Siyasal İslamcılar çok yol aldılarsa da cumhuriyetin seküler, aydınlanmacı, ilerici birikimini tamamen yok etmeyi başaramadılar. Pandemi, gerici AKP hükümetinin bir türlü istediği tahakkümü kuramadığı kültür-sanat alanını yok etmesi için bulunmaz bir fırsat oldu. Kendilerinden olanları bir şekilde beslemeye devam ederken, pandemiyi bahane ederek seküler yaşam tarzının en önemli alanlarından biri olan müzik ve eğlence sektörünü, sahne sanatlarını ve özellikle içkili ortamları yok etmeye çalışıyorlar. Pandemiden çok önce uygulamaya koydukları içki satışı saat sınırlamaları, belediye lokallerinden alkollü içeceklerin kaldırılması, vs. şu an pandemi bahanesiyle getirdikleri yasakların habercisiydi. Şimdi müzik ve sahne sanatlarına, içkili mekânlara topyekûn saldırıyorlar. Bu, AKP’nin siyasal İslamcı kimliğiyle bu topluma giydirmek istediği karanlık Vahhabi özentisi bir deli gömleğidir. Buna karşı laikliği savunmak tüm sanat emekçileri ve tüm ilerici yurttaşlarımızın yaşamsal zorunluluğudur. AKP’nin alıştıra alıştıra inşa etmeye çalıştığı şeriat rejimi uygulamalarının her birinden sonra özellikle sosyal medyada sıklıkla gördüğümüz “aman canım içkimizi de şu saatte alırız, ne olacak”, “şurada da konser olmayıversin”, “evde eğleniriz” vb. liberal saçmalıkların da en az şeriatçılar kadar tehlikeli olduğunu düşünüyorum. Gericilikten sıvışabileceğiniz açık kapılar, çatlaklar arayarak kurtulamazsınız, ne kadar kaçarsanız kaçın, izin verirseniz evinizin içine kadar geleceklerdir. Tarih bunun acı örnekleriyle doludur. Ayrıca bu ‘yasakların etrafından dolanarak’ yaşama taktiği de sınıfsaldır. Zenginseniz lüks otellerde, ev partilerinde her şey size serbesttir. Yoksul emekçiler ise onlara dayatılan sınırlı yaşam alanlarıyla idare etmek zorundadırlar. Bu yüzden güçlü ve sert bir ideolojik mücadelenin tüm emekçiler için kaçınılmaz olduğunu ifade etmek istiyorum.
  • Sadece birlikte müzik/sanat yapmak değil müziğin/sanatın alımlayıcısı olmanın bile çocuk ve yetişkin psikolojisi üzerindeki olumlu etkilerine, bireysel ve toplumsal iletişimi, kolektif çalışma ve yaşama becerilerini nasıl geliştirdiğine dair yapılmış onlarca bilimsel araştırma ve akademik tez bulabilirsiniz. Bu yüzden aslında gericiler toplumu edilgen ve çözülmüş bir hale getirmek için nereye vuracaklarını çok iyi biliyorlar. Bir toplumun kültür-sanat alanını dağıtırsanız, estetik algılarını sistemli şekilde çürütürseniz, bir toplum olmaktan çıkar; size biat eden bir tebaaya dönüşür. Yeni Osmanlıcı AKP’nin de niyeti tam olarak budur; çok eksikli de olsa cumhuriyetle birlikte toplum olmayı başarabilmiş bir halkı yeniden rahatça yönetebileceği bir tebaaya çevirmek. Uzunca bir süredir bugün AKP’nin temsil ettiği sağın önce Menderes’ten, sonra Evren ve Özal’dan devralarak yarattığı muazzam bir toplumsal çürümenin içinde yaşıyoruz. Dolayısıyla, sorduğunuz soruya verebileceğim kolay bir cevap veya reçetem maalesef yok. Bir önceki soruya dair söylediklerimle birlikte değerlendirebiliriz. Sanat konusundaki engelleri aşmak ve birlikte üretebilmenin yollarını yaratabilmek için meseleye bütünlüklü ve diyalektik bir açıdan bakmamız gerekir. İçinde yaşadığımız ideolojik kuşatmanın farkında olup buna karşı güçlü cevaplar üretmek zorundayız. Kültür-sanattan bahsetmek ve bu alanda neler yapabileceğimize dair somut yol haritaları belirleyebilmemiz için önce bugün balçık haline gelmiş bu çürümüş toplumsal yapıyı konuşmamız gerekiyor. Hiçbir şeyin tek başına kendisi olmadığını, her şeyin birbiriyle sebep-sonuç ilişkileriyle bağlı olduğunu kavrayarak hareket etmeliyiz. Yani, siyaset yapmaktan korkmamalıyız. İdeolojik ve politik bir mücadeleye dâhil olmadan kültür-sanatı da savunmanın mümkün olmadığını görmek zorundayız. O yüzden, her şeyden önce, mücadele ve örgütlülük… Sonrasını zaten yolda öğreneceğiz.
  • Bu gelişme aslında yukarıda söylediklerimi kanıtlar nitelikte. Erdoğan tipik İslamcı profiline uygun şekilde yıllardır takiye yaptığı bir konuda nihayet ağzındaki baklayı çıkarmış oldu. Biz de başından beri müzik ve eğlence sektörü hakkında alınan yasak kararlarının pandemi ile ilgili bilimsel bir ilişkisi olmadığını, bunun gerici AKP’nin şeriat hayallerini uygulamaya dökmek için bir fırsat olarak kullandığını söylüyorduk. Bu Erdoğan’ın müziği “rahatsızlık veren” bir şey olarak tanımlamasıyla doğrulanmış oldu. Şimdi soru şu: Biz ne yapacağız? Her meseleyi komiklikler, şakalarla bezedikleri tweetleriyle geçiştiren, yaşam mücadelesi veren emekçi halka “sandığı bekleyin, sonra hep birlikte after party yapacağız” diyen zevzek düzen muhalefetinin peşine mi takılacağız yoksa artık gerçek bir mücadele vermek için meydanlara mı çıkacağız? Bu sorun tek başına müzik ve sanat emekçilerinin sorunu değildir. Evet, bugün müzik ve sanat emekçileri yoksulluktan ölüyorlar fakat sanatı yok edilen bir toplum tümden ölmeye mahkumdur. Bugün bir dakika bile ertelemeksizin, “bekleyin gidiyorlar” goygoyuna aldanmadan laikliği sokaklarda, meydanlarda savunmak zorundayız. Eğer bugün bunu yapmazsak yarın bu iktidar gitse bile “after party” yapacak bir toplumsal zemin bulamayız. Mevzu tek başına müziğe, dansa, sanata, eğlenceye bir sektör olarak sahip çıkmak değil seküler yaşam tarzına yapılan gerici saldırıya karşı insanca yaşamı savunmaktır. Daha geç olmadan. Hemen şimdi…

Ekrem Ataer-Sanatçı/Radyo TV Programcısı/Yazar

  • 100 yılda bir yaşanan pandeminin bizde ve dünyada yarattığı etki birçok şeyin hızlıca öğrenildiği bir süreç oldu. Bu sürecin karşılanmasındaki ilk refleksler, küresel düzlemde ayırımsız acemiliklerle yüklüydü. İngiltere, İtalya, Fransa, Hindistan, Çin ve ABD’nin büyük yıkımları sistemin hazırlıksızlığının da başka bir göstergesiydi. İlk başta kapitalizmin ekonomik tedirginlikleri ile zorunlu olarak ciddiye alınmayan süreç, bütün gerçekliği ile insanlığın karşısına dikildi. Bu düzlemde sosyal devlet yapısı ve toplumsal öncelikler bütün gerçekliği ile ortaya döküldü. Kapitalizmin ciddi sarsıntı geçirdiği, sosyal devlet yapısının ve hatta inançların dahi sorgulandığı bir sürece girdik. Bu yaşananlardan tüm meslek grupları ve yığınlar etkilenirken kültür-sanat ortamı da maalesef üzerine düşen payı aldı.

Yönetim erklerinin dünya düzleminde kültür-sanat cephesine olan destekleri ya da görmezlikleri de farklı refleksleri beraberinde getirdi. Kanada örneğinde olduğu gibi ilk fazdan itibaren sağlanan ve yaşamı idâme ettirecek ölçüdeki ekonomik destek, Fransa’daki meslektaş dostlarımızdan duyduğumuz sanat ve sanatçıya sübvansiyonlar ve daha birçok olumlu uygulama dikkate değerdir. Bunun arkasında yatan yegâne gerçek; mesleki örgütlerin dirayeti, toplumsal yapının sanata ve kültüre bakışı ve buna bağlı olarak yönetim erkinin içinde bulunduğu zorunluluktur. Bu söylediğim tabii her Avrupa ülkesinde sağlanamamıştır. ABD’de ise hiç de tahmin edildiği gibi olumlu bir noktada değildir! (Tanıklıklara dayalı olarak belirtiyorum.)

Bizde meselenin bu derece sahipsiz ve ortada kalmasının birçok parametresi bulunuyor.

– Mevcut iktidarın kültür-sanata bakışı

– Meslek örgütlerinin kısır çekişmelerin arenası haline gelmesi ve ikbalperest ekiplerin önceliklerinin çözüm odaklı olamaması

– Sosyal yapımız içinde kültür-sanatın nasıl bir karşılığı ve önceliği olduğu

Meseleyi, yalnızca iktidar – sanat ilişkisine ya da alerjisine sıkıştırmanın bizleri son derece yüzeysel ve kuru bir muhalefet çıkmazına sürükleyeceği kanaatindeyim. Bunu “Yasaklı Sanatın Öyküsü” kitabını yazan bir arkadaşınız olarak söylüyorum. Orada tüm dönemlerin yaklaşımlarına tanık olabilirsiniz. Asıl mesele; meslek örgütleri, sendikal yapı ve STK’ların yaptırım gücü ve meseleye hâkimiyetleri ile ilintilidir. Yıllardan beri meseleye yalnız kendi örgütlenmesi ve dayandığı siyasal yapılar düzleminde bakan her türlü meslek örgütü, sendika ve STK’nın yanlı, iç çekişmeli ve beceriksiz yapılanmaları maalesef kültür-sanat ortamını yalnızlaştırmış ve çaresizliğe sürüklemiştir. Bu sahipsiz ve güvenliksiz süreç, hepimizi yaralayan intiharları da beraberinde getirmiştir. Bir diğer dolaylı ama önemli konu ise toplumsal yapımızın kültür-sanatı tanımlaması, yaşamındaki önceliği ve bu alanların emek cephesine bakış açısıdır. İktidarın yol haritası, bu parametreler ile de payandalanınca sonuç kaçınılmaz olmuştur.

“Kendi kongrelerini, mitinglerini sürdürürken tiyatro salonları kapandı, konserler iptal oldu, barların kafelerin kapanmasıyla buralarda çalışanlar işsiz kaldı.” cümlenize yaklaşımım şöyle olacaktır. Asıl yanlış ve cehalet, kongreleri ve mitingleri düzenlemektir. Sanat alanlarının ya da kafe, taverna, bar gibi eğlence alanları faaliyetlerinin askıya alınması olması gereken önlemlerdir. Bunun sonucunda günlük gelir sağlayan meslek gruplarının içindeki çıkmaz bu alanların zorunlu kapatılması değil kapatıldıktan sonra yalnız bırakılmasıdır.

  • Müzikoterapi ve müziğin toplumsal gelişim üzerindeki etkilerini yıllardır programlarında anlatan, derslerinde bu konuyu öncelikli işleyen ve bu alanda birçok makalede imzası olan bir dostunuz olarak söylüyorum: Sanatın önüne engel koymak ile pandemi mücadelesini karşılaştırırsak hiçbir karşılığını bulamayız. İkisi birbirinden son derece farklı konulardır. Zorunlu ve gerekli olarak duraksamaya uğrayan sanat ve kültür faaliyetlerinin bir ölçüde devamlılığını sağlamak için elimizde olan sosyal medya imkânlarını genişletilmiş şekilde kullanmak ve bu kullanımın telif haklarıyla korunması için de mücadele verilmelidir. Bunu gerçekleştirmek “mızmız” meslek örgütleri ile değil; sistemin kapısına dayanacak, gerekirse o kapıyı omuzlayıp içeri girecek akıllı, cesaretli ve örgütlü yapılarla mümkündür.

Çalgılar alanlara bırakılarak eylemler yapıldı, şov kokusu hissedilse de iktidar yanlısı medya kanallarında sazını kıran, telini koparan müzikçiler dikkat çekmeye çalıştı lakin tüm bunlar palyatif ve çözüme yönelik olmaktan uzak kaldı. Kaldı ki bu konu  “İktidar müzisyeni ölüme mahkûm etti!” parantezine sıkıştırılırsa iktidarın elinde olmayan dev bütçeli yerel alanlarda da pek kayda değer bir yaklaşım olmadığını görüyoruz. Mesele sistemin içinde dönüp dolaşıp taraf bulma noktasına gider ki bu benim yolum değil açıkçası.

Ne yapmalı?

– Kişisel menfaatleri, ikballeri, politik yaklaşımları, aidiyetleri, ideolojileri saklı tutarak meseleye çok daha kavrayıcı ve kapsayıcı meslek örgütlerinin hızlıca teşekkülü

– Pandemi tam atlatılana kadar; teknik ve siber bütün kaynakları kullanarak, telif korumalı sanat etkinlikleri

– Sistemin kapısına dayanacak örgütlü ama tam anlamıyla özgür yapılanmalar

– Uzun süreçte toplumdaki sanat ve sanatçı tanımlamalarının ve bir toplumda sanatın gerçekten ne anlama geldiği üzerine kamuoyu oluşturacak çalışmalar (İlk ve orta dereceli okullarda sanat ve kültür dersleri kaldırılırken bağırıp çağırdık lakin sesimizi duyan olmadı. Duyan da “Sanat dersleri kaldırılıyor, din dersleri geliyor!” diye yorumladı ve ülkenin büyük bir bölümünden de hiçbir karşılık bulmadı.)

İşin özü; bu alan ve yapılanmalar üzerine sorunlar ve yanlışlar yumağına birkaç soru ile yanıt bulmak biraz zor görünüyor.

  • Aslında soruyu yöneltirken, düşüncenizi ve duymak istediğiniz yanıtı da zaten ifade etmişsiniz diye düşünüyorum. Doğru da ifade etmişsiniz “Sn. Başkan” çizgisinden hiçbir taviz vermeyerek ilk günkü ifadelerine bir yenisi daha eklemiştir. Eğlence sektörünü rahatsızlık sektörü olarak değerlendirmesi onun cephesinden ve düşünce ikliminden çok da anlaşılır diye düşünüyorum. Bu noktada bir tutarsızlık yok! Kısıtlamaların Covid önlemleri ile ilgisi olmadığını iki yıldır zaten dillendiriyorum. Yalnızca kısıtlama değil aslında açılımların da hiçbir ilintisi yok. Turizm mevsimi beklentileri doğrultusunda çöken ekonomi daha da dibe vurmasın diye 1 Temmuz itibariyle tam açılım gibi bir şey geliyor. Geçen sene sonunda yaşadığımız felaketi tekrar yaşamayız dilerim! Meselenin ekonomik beklenti olduğu, samimiyetsizlikler, hayal edilen yaşam şekli ve buna bağlı alt anlamlar üzerine kurgulu olduğu zaten malum. Burada sarf edilen cümle de müellifinin dünya görüşü ile tam anlamıyla paralel.

Bu soru Ekrem Ataer’e “Sn. Başkan”ın bu konudaki samimiyetine nasıl baktığını öğrenmek için sorulmuşsa üzülürüm!

Benim bu meselelere yıllardır bakış tarzım; Hitler ve Mussolini figürlerini dondurup faşizmi tartışmak ve mücadele yöntemlerini belirlemek üzerine olmuştur. Figürler üzerinden inşa olan düşünce iklimlerinde çözüm üretilemeyeceğini savunuyorum. Kısacası bize dayatılan gündem ve salvoların dışında artık bizim gündem oluşturma zamanımız gelmiştir.

Esenlik ve sevgi ile…

 

Can Aksel Akın-Çağdaş Türk Müziği Bestecisi

  • Asgari geçim kaynağından yoksun kalan milyonlarla birlikte kültür-sanat emekçileri bir de umutsuzluk intiharlarıyla sarsıldı. İş alanları kapatılıp, yok edilmişti. Geriye yitip giden hayatlar, umutlar, harcanan gelecekler kaldı. Bu günleri hiç bir müzisyen unutmayacaktır. Bundan sonraki süreç ise daha kolay olmayacak, hayat pahalılığı, alım gücünün düşmüş olması müzisyenleri, tiyatrocuları, her alandan sanat emekçilerini hem yaşamak, hem de yeni üretimler konusunda zorlamaya devam edecektir. En kötüsü belki henüz yaşamadığımız günler, üretim azalacak, talep azalacak. Kültür gittikçe daha dar bir alana sıkışacak… Distopik bir senaryo içerisinde olmamamız için öncelikle kültür sanat emekçilerinin korunması gerekir. Sanat ancak üretenlerini korunabildiğinde varlığını sürdürebilecektir. Maalesef sanatın yalın bir eğlenceden fazlası olduğunu kabul etmeden, onu bağımsızlaştırmadığımızda varlığının tükeneceğini kabul etmeliyiz. Bu ise ancak üreticilerinin, emekçilerinin maddi, manevi desteklenmesiyle mümkün olacak bir şeydir.
  • Pandeminin başlangıcından itibaren gerek birlikte müzik yapmanın gerekse müziğe ulaşmanın farklı yöntemleri denendi: Çevrimiçi konserler, dinleyicisiz salonda konserler, açık hava konserleri, kalabalık prodüksiyonlardan daha az müzisyenin bir araya geldiği küçük konserler… Elbette bunların hiç birinin bir canlı performans kadar sürükleyici olmadığını da gözlemledik. Yine de pandemi sonrasında, dünyanın farklı yerlerinden izleyici kitlelerine ulaşılacak şekilde, çevrimiçi ve canlı konser pratiklerinin artarak devam edeceğini düşünüyorum. En azından bir süre prodüksiyonların daha az müzisyenle yapılması tercih edilecektir. Ancak canlı bir akustik performansın çekiciliği her daim devam edecektir. Eski yıllarda süre gelen bir festival, konser turizminin olup olmayacağını da zaman gösterecek. Ancak ülkemizde bunların gerçekleşmesi şimdilik daha zor görünüyor.

Ahmet Çilingir-Piiz grubunun kurucusu ve bas gitaristi

  • Öncelikle bir müzik emekçisi olarak uzun zamandır takip ettiğim bu dergide az biraz soluk almama vesile olduğunuz için teşekkürler.

Uzun zamandır pek çok mecrada tüm emekçiler gibi biz müzik emekçileri de söylenecek tüm sözleri söyledik aslında. AKP özellikle son 10 yıldır bilinçli bir şekilde sanata ket vurmaya başlamıştı zaten. Bunu, pandemi öncesi sinsice yapabiliyorlardı. “Arap kral ölür, milli yas ilan edilir, konserler iptal olur”. 2014 yılında kaç konserimiz buna benzer sebeplerle iptal edildi sayamam bile. Pandemi süreci tam olarak hayal ettikleri sahneyi AKP iktidarına sundu diyebiliriz. Evinde oturan bir halk, tepkisiz, eylemsiz bir boşluk, eğitimsiz ve yandaş kolluk kuvvetlerinin sokaklarda insan azarladığı, sessiz, gri bir ortam. Destek yok, sesimizi duyan yok. Ana muhalefetin belediyeleri ve popüler sanatçılarımız, sosyal medyada ”iyi niyet” başlığı altında destek dağıtmaya başladılar. Yani, yine saraya karşı sazımızı alıp, aynı türküyü okuyamadık… Çünkü sanatın ve sanatçının kemiksiz politik olması gerektiğini de bir türlü anlayamadık. Bu ülkenin cumhurbaşkanı, Gezi eylemlerinde ölen çocuğun (Berkin Elvan) annesini bir güruha yuhalattı, o gün bugündür ben AKP‘nin sağlıkla, emekle, sanatla bir işi olduğunu düşünmem. Uyanma vaktidir artık.

  • Benim fikrim çocuklara ”din kültürü ve ahlak bilgisi” dersini okutmak yerine, onları herhangi bir enstrümanı çalmaya teşvik edin, o çocuk hem daha ahlaklı hem de daha zeki olacaktır. Sanata getirilen bu bilinçli engeli aşmak aslında ailede başlıyor. Özgür düşünen ve sanatın içinde büyüyen çocuklar yetiştirme gayretinde olmadıkları sürece umutsuz bir nesli topluma boca etmeye devam edecekler. Eğitim sisteminin içinde sanatın konuşlandırıldığı yerin de incelenmesi gerek. Çünkü sanat, çoğu meslek grubundan daha birleştirici ve iyileştiricidir. Son olarak da ülkemizde sanatçı sendikaları artık daha şeffaf ve adil bir yapılanmaya gitmeli. Daha sık ve kalabalık organize olmalıyız. Üretim noktasında sanatçının haklarının olduğunu bilmesi ve sendikasından güç alması da önemli. Artık biraz daha sesimizi çıkarma vakti. Yoksa iki ayağı gevşek bir iskelenin üzerindeyiz, dayanacak güç de kalmadı.
  • Sığındıkları liman; Türkiye Müslüman bir ülkedir ve hakkettiği yönetim İslam rejimidir. Hayır, Türkiye yüz yıllardır bir çok medeniyetin bir arada yaşadığı ve kültürel alışveriş noktasında köklerinin çok güçlü olduğu bir coğrafyadır. Bu ülke AKP’nin siyasi, iktisadi ve sanatsal açıdan yoksul öfkelerini halka kusabilecekleri bir yer değildir. Artık alınan kararları örgütsel tabanda, iyi düşünülmüş ve güçlü bir solukla protesto etme zamanıdır. Geç olmadan. Muhalefetin sosyal medya mizahından öteye geçtiği, müzik ve sahne emekçi sendikalarının tutarlı bir eylem gerçekleştireceği bir platform yaratılmalı. Maalesef ”nasılsa gidecekler” diye oturup beklemek, bir başka emekçinin ölümünden başka bir şeye yaramayacaktır.

Mercan Erzincan-Halk Müziği Sanatçısı

  • Sanat şüphesiz ki en tesirli anlatım biçimlerini bünyesinde barındıran bir olgudur. Mağara çizimlerinden bu yana insanlığın aydınlanma biçimidir sanat. Elbette ki bu aydınlanma biçiminin kahramanı sanatçılar dünyaya her daim başka bir pencereden bakmayı başarabilmişlerdir. Bu aydınlanmadan korkmayan bilakis sanatçıya zaruretle ihtiyacı olduğunu bilen ülkelerde hükümet sanatçısını korumuş, pandemi koşulları iyileştirilmiştir. Ne üzücüdür ki, ülkemizde bunun tam aksi yaşanmıştır ve halen devam etmektedir. Enstrümanlarını satmakta mecbur kalan müzisyenlerden ve intihar eden müzik emekçilerinden bihaber olduklarını sanmıyorum. Bu konuda bazı dernekler ve kuruluşlar dışında yapılan yardımlardan öteye gidilmemesi büyük acımasızlıktır ve tarihe kara bir leke olarak yazılmıştır.
  • Pandemi koşullarında elbette ki, sanatçılar bazı çareler aradılar kendilerine, online konserler veya sosyal medyada canlı yayınlar gibi. İlk etapta paylaşmayı özleyen sanatçıya bir ferahlık duygusu verse de can cana yapılan etkinliklerin hazzını unutturamadı. Sanatçılar ve sanatseverler bir arada olmayı o kadar özlediler ki, kavuşmalar çok güzel olacak diye düşünüyorum. Dijital üretim kısmında sanatçıların çağa ayak uydurduğunu biliyor olsak da, sahnenin büyüsünü hiçbir yasak ve anlayış silemez.
  • Ninni ile dünyaya göz açarız ve hayatımızın sonuna kadar müzik ile yaşarız. Müzik denilen bu tılsım bizlere yaşama ve direnme umudu verir. Umudumuzu müzik ile besleriz. El ele halaya tutuşmak kadın erkek diye ayırmadan, tanıdık tanımadık demeden, hangi inançtan olursa olsun hepimizi bir araya getiren yine müziktir. Bu güzellikleri gönlümüzden söküp almaya hiçbir iktidarın gücü yetmez ki binlerce yıldır yetmemiştir de. Müzik iyileştiren, güç veren, güzelliklere sebep olandır. Hep birlikte bu zor günleri aşacağımıza ve getirilen bu kısıtlamaların gelip geçici olacağına inanıyorum. Sanat hepimiz için ihtiyaçtır ve inandığımız mesleğimize hak ettiği saygıyı alana kadar sesimizi çıkartmaya devam etmeliyiz sessizce giden onca müzisyen dostlarımızın adına da…

 

Haluk Tolga İlhan-Halk Müziği Sanatçısı

  • Otoriter rejimler, toplumsal krizleri, küresel felaketleri ya da makro ölçekte gerçekleşen travmatik vakaları her zaman baskı yöntemlerinin araçlarını aktif hale getirmek için elverişli ortamlar olarak görmüştür. Ne yazık ki biz de bunun çok benzer bir örneğini uzun süredir yaşıyoruz. Sadece gerici yanlarını rahatsız eden müzik, tiyatro gibi sanat kolları açısından değil, finansal süreçleri de eğitim sistemlerini de bu formda kendi lehlerine bir pozisyona konumlandırmaktan geri kalmadılar. Covid’le mücadelede kapsamında alınan konut kredisi kararları, çocuklarımızı bir yılı aşkın süre televizyona ve dijital ekrana maruz bırakan eğitim kararları bunun en açık göstergesi oldu. Hayat normale dönmeye başlayınca, müziği rahatsızlık olarak gören zihniyet bunu açıkça dile getirmekten de çekinmedi. Rumeli Hisarı’ndaki şahane konser alanına mescit yapan, bir heykel sanatçısının eserine ucube diyen yaklaşıma kitlesel bir reaksiyon gösteremedikçe bunları duymaya devam edeceğiz ne yazık ki. İşin emek ve sektör boyutuna baktığımızda ise müzik yasaklarını uygulayan yapı, binlerce insanın geçim kaygısını da görmezden gelerek, bizleri ülkenin ekosisteminden bir vatandaş olarak da sürgün etti.
  • Belirttiğiniz gibi, sanatın en büyük gücü iyileştirici yanı hem bireysel hem toplumsal olarak. Ben böyle dönemlerde yeni bir uyanış, toparlanış için dönemin ruhuna çok güveniyorum. Örneğin Gezi Parkı sürecinde yeşili korumak istediğimiz günlerde, o büyük alanlarda kitleleri birbirine sıkı sıkıya bağlayan sanat oldu ve bu kendiliğinden gelişti. Şimdiki süreçte bu birlikteliği sanat adına daha güçlü yaşayacağımızı düşünüyorum. Zira son bir buçuk yıldır en çok yıpranan meslek gruplarının başında geliyor müzisyenler, arkadaşlarımız hayatın yükünü daha fazla taşıyamadı ve intihar etti. Bu dayanılmaz bir zulmün sonucu. Sümmani’nin Ervah-ı Ezelde eserinde dediği gibi “canı terk edenler deli değildir”. Bu ortamı yaratan tüm karanlık atmosferi yine kendi içimizde yeşerteceğimiz müziğimizle, tiyatrolarımızla, sinemamızla her şeye rağmen üreterek ve bu üretimleri muhatabıyla buluşturarak aşacağız.

Tıkla, abone ol

Comments are closed.

0 %