Manşet

AKP’nin bıraktığı yerden HDP aldı: Lozan, Lozan dedikleri…

Zafer Aksel Çekiç

Lozan Antlaşması, Türkiye’de herkesin işine geldiği şekilde çarpıttığı bir tarihsel olgu olmayı sürdürüyor. Emperyalizmin bölge planlarının boşa düşürülmesinin ve Cumhuriyet’in bağımsız bir ülke olarak kurulmasının uluslararası dayanağını oluşturan bu antlaşmanın bir ülkede bu kadar çok tartışılması pek de alışılmış bir durum değil.

Liberallerin “resmi tarih” diyerek sürdürdükleri “tarihi yeniden yazma” çabalarından beslenerek geçmişten bugüne siyasal İslamcıların odağında olan Antlaşma’ya karşı AKP’den bayrağı HDP devralmış gözüküyor.

Son olarak Halkların Demokratik Partisi (HDP), Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) ve Yeşil Sol Parti (YSP) 100. Yılı vesilesiyle Lozan Barış Antlaşmasını hedef alan bir açıklama yaptılar. Bu açıklamada Kürt kurumlarından Lozan Antlaşması’nın 100. yılına ilişkin açıklama başlığıyla yapılan bu açıklamada “Lozan Antlaşması, halkımız için karanlığın sonu gelmeyen baskı, soykırım ve zulümlerin adıdır” ifadeleriyle tanımlandı.

Emperyalizme oynamak

Türkiye Cumhuriyeti’nin “Kuruluş Antlaşması” olan ve ülkenin bağımsızlığı ve egemenliğinin uluslararası hukuktaki dayanağını oluşturan Lozan Antlaşması, Türkiye’de her türden gericinin hedefinde olan ve hakkında türlü yalanlar uydurulan bir anlaşma. Ancak buna gelmeden önce Antlaşma’nın ne olduğunu hatırlamak daha önemli.

Gerçekte, bu antlaşmanın en temel özelliği Fransa ile İngiltere arasındaki, Osmanlı Ortadoğu’sunu ikiye bölen gizli Sykes-Picot Antlaşması temelinde imzalanan Sevr Antlaşması’nın yerine geçmiş olması. Dolayısıyla Lozan Antlaşması, aynı zamanda, emperyalizmin bölgedeki planlarının kısmen de olsa boşa çıkartılmasının, bunların yerini Türkiye Cumhuriyeti’nin konulmasının emperyalizmin tarafından da kabullenilmesinin uluslararası belgesi niteliğinde.

Bu antlaşmanın tartışmaya açılması en temelinde Sykes-Picot Antlaşması ile belirlenen Anadolu’nun ve Orta Doğu’nun emperyalist güçler arasındaki paylaşılması antlaşmalarına bir geri dönüşü ifade ettiği açık olmalı.

Bu anlamda, Türkiye’de Lozan tartışması yapılmasının ancak “İngiliz Muhipleri”ne yakışacak bir uğraş sayılması gerekiyor. Esasında dinci gericiler ile Kürt milliyetçiliğinin bu noktada birleşmesi de anlaşılabilir.

Liberal etkilerle belirlenen ve Suriye üzerinden emperyalizm ile işbirliğini geliştiren bir Kürt siyasi hareketi ve onun parçaları olan HDP ve diğer Kürt örgütlerinin Lozan Antlaşması’nı da Cumhuriyet’in ilanını da “Kürt halkına karşı ret ve inkarı yasallaştırarak, resmileştirdi” diye tarif etmesi şaşırtıcı gelmeyebilir.

Cumhuriyetin kuruluşunda verilen sözler meselesi

Lozan’da Türkler ve Kürtleri temsil ettiğini ifade ettiği ileri sürülen Kemalistler’in antlaşma imzalandıktan sonra verilen sözleri unuttuğu iddiası esas olarak yeni sayılmaz. Hatta bunun bir benzeri, anayasa tartışmalarında da her fırsatta ileri sürülen 1921 Anayasası’na atıfla Kürtler’e özerklik verildiği iddiasında da ileri sürülmektedir.

Maalesef memleketimizde tarih de diğer pek çok şey gibi bir kısım efendi beyleri dinleyerek, kulaktan kulağa aktarılan dedikodularla işlendiğinden ortada duran belgelerin bile incelenmesi zahmetine katlanılmadan aynı ezberler tekrar edilip durur.

Türk Anayasacılığı’nın seyri incelendiğinde Devlet’i Aliyye’nin daha önceki gevşek idari modellerine karşın 1876 Kanuniesasi’den başlayarak merkeziyetçiliğe yönelen bir gelişimin kolaylıkla izlenebilmesi mümkündür. Esas olarak 1921 Anayasası, Kanuniesasi’nin idari yapılandırmaya yönelik bir yeniden düzenlenmesi, değiştirilmesi dışında bir şey değildir. Yine Osmanlı döneminde ademi merkeziyetçilik Prens Sabahattin gibi etkisi sınırlı çevrelerin düşüncesinde kalmıştır.

Bu açıdan, liberallerin Cumhuriyet ve “Jakoben” Kemalistlerin 1921’de Kürtler’in desteği için özerklikten veya ademi merkeziyetçilikten yana gözüküp Cumhuriyet ve 1924 Anayasası ile bu sözlerin unutulduğu iddiasının hemen hiçbir gerçekliği olmadığı rahatlıkla söylenebilir. Kürt siyasi hareketinin bir meşruiyet kaynağı olarak liberallerin ve siyasal İslamcıların sefil yalanlarını kendilerine dayanak seçmeleri ise sakil bir çabadan ibaret kalıyor.

Lozan’dan içeri bir Lozan

Bu noktada bir parantez açmak gerekiyor. Türkiye’de Lozan Antlaşması tartışmaları yeni olmadığı gibi, Kürt hareketinden yükselen bu sözlerin benzerleri dinci gericilerin de yıllarca dillerine pelesenk olmuş kuruntular.

Bunlar arasında antlaşmanın yüzyıllık ömrü, gizli maddeler içerdiği, bu antlaşma yüzünden madenler ve petrolün çıkartılamadığı, Onikiadalar’dan Kıbrıs’a kadar birçok toprak kaybının bu antlaşmayla kabul edildiği gibi her aklı evvelin fesinin püskülüne bakıp uydurduğu bir yalan bulmak mümkün.

Bir dönem AKP iktidarının da hedefinde olan ve “Zafer diye yutturuldu” denilen Lozan Antlaşması, daha sonra AKP’nin ittifaklarıyla Cumhuriyetin kuruluş belgesi olarak anılmaya başlandı. Ama biz Büyük Birlik Partisi’nden AKP’ye kapağı atan eski Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Mustafa Şentop’un uluslararası antlaşmaların Cumhurbaşkanı tarafından tanınmayabileceği ve bu antlaşmalardan çıkılabileceğine ilişkin sözleri ile Lozan ve Montrö’yü hedef alma cüreti gösterebildiğini unutmuş değiliz.

Öte yandan, biliyoruz ki, Lozan Antlaşması’nın 100 yıl gibi bir kısıtlanan yürürlük süresi olmadığı gibi hiçbir gizli madde de içermiyor.

Hatta bu antlaşmada toprak kaybı olduğu söylenen hususların bir kısmı 1913’de imzalanan bizim daha çok Uşi Antlaşması olarak andığımız bir başka Lozan Antlaşması’na ilişkin, diğer bir kısmı ise esas olarak çeşitli fiili durumların ve karasal bağlantının kesilmiş olduğu toprakların statüsünün tanınmasından ibaret.

Yine madenlerimizin, petrolün çıkartılamadığı iddiası da, esas olarak Osmanlı döneminde verilen kapitülasyonlar neticesinde bütün madenlerin işletilmelerinin emperyalist ülkelere terk edildiği gerçeği ile bu kapitülasyonların savaş öncesi fiilen İttihat ve Terakki tarafından ve Lozan Antlaşması’yla da resmen Cumhuriyet tarafından kaldırılıp tüm maden ve petrolün millileştirilmesi gerçeği karşısında mesnetsiz uydurmalardan ibaret kalıyor.

Cumhuriyet ile hesaplaşmanın dayanılmaz hafifliği

Bu açıdan baktığımızda Lozan’ı tartışmaya açan zihniyetin esas olarak Cumhuriyet’le hesaplaşmak istediği ve 1918’den itibaren ortaya çıkan İngiliz işbirlikçiliğinin bugünkü devamı niteliğinde olduğunu söylemek mümkün.

Maalesef Kürt siyasi hareketi de, yukarıda da ifade edildiği üzere, Suriye’nin kuzeyinde emperyalizm ile geliştirdiği ilişkilerden cesaret bularak bir kez daha emperyalizmden medet uman bir yaklaşımla bu kez Lozan’ı hedef alarak bir çıkış arar görünüyor..

Cumhuriyet dönemi ve Lozan Antlaşması’na dair yapılan açıklamada Türk modernleşmesinin şeytanlaştırılmasına dayanan uyduruk liberal tarih tezlerinin de tekrarlandığı görülüyor. Örneğin, İttihat ve Terakki’den gelen kadrolardan oluşan Kemalist rejim, Cumhuriyet’in çok uluslu, çok kültürlü, çok dinli yapıyı yok sayarak tekçi ve ırkçı bir temelde kurulması gibi gibi tezlerin siyaset ve tarih açısından anlamsız, eksik ve özünden yanlış olduklarını söyleyebiliriz.

Kemalistlerin içinde İttihat ve Terakki içerisinde yer alan kimseler olsa da artık bir kopuş ve süreklilik diyalektiğinin işlemiş olduğunu söyleyebileceğimiz gibi Kemalistleri İttihat ve Terakki kökenleriyle suçlayıp bunu küfür saymamızı bekleyen sakilliği görmezden gelemeyeceğimiz de aşikar. Kuşkusuz İttihat ve Terakki üyeleri gibi Cumhuriyet’i kuran kadroları da sınıfsal kökenleri ve tercihleri üzerinden tartışabilir ve belirli bir tasnife sığdırabiliriz ama bunun tarih dışı bir anlatımla yapılması veya buna göz yumulması mümkün değil.

Ancak esas olarak Anadolu’daki nüfusun çok dinli olarak tarif edilmesinde daha büyük problemler yatıyor. “Çok uluslu, çok kültürlü, çok dinli yapı” olarak tanımlanması gerekenin Cumhuriyet değil Osmanlı olduğu açık olmalı.

Koca bir dünya savaşı ile çok uluslu Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ve Rus Çarlığı da dağılırken emperyalistlerin çok önceden bölüşmeyi planladıkları Osmanlı’nın da ulus devletlere bölünmesi sürecinde sadece Türkiye Cumhuriyeti’ni hedefe yerleştirmek hiçbir şekilde açıklanabilir değil. Tarihsel gerçekleri yok sayıp, başarılı bir silahlı direnişi şeytanlaştırmak ancak emperyalizmin beşinci kolu liberal işbirlikçiliğine bırakılan bir alan olmalıdır.

Benzer şekilde, Kürtlerin Lozan ile dört parçaya bölündüğü iddiası da tarihsel gerçeklerle örtüşmüyor. Zira, Türkiye ile İran sınırı çok öncesinden belirlenmiş olduğu gibi Lozan’ın konusu da değildir. Ancak Kürtlerin ikiye bölünmesine neden olan emperyalizmin Osmanlı’yı bölüşme planları iken buna karşı direnilmesini bir suç gibi göstermek de akıl dışı sayılmalı.

Lozan Antlaşması’nda Kürt halkının temsil edilmediği ve iradesinin yok sayıldığı iddiası ve anlaşmayı imzalayıp emin olanlara kınanması, antlaşmanın kabul edilmeyeceğinin söylenmesi esas olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin meşruiyetini sorgulayan bir yan taşımakla beraber o dönemde bir İngiliz etkisinden ve vesayetinden uzak bir bağımsızlık hareketinin olmadığı gerçeğiyle de uyuşmuyor.

Emperyalizme cüretkar çağrı

Kürt örgütlerinin yaptıkları açıklamada yer alan “Geçen yüzyılın başında Kürdistan’ın ikinci defa parçalanıp Kürt halkının statüsüz bırakılmasında önemli rol oynayan ve Lozan 1923 Antlaşmasını imzalayan başta Britanya ve Fransa olmak üzere imzacı devletleri halkımızdan özür dilemeye ve Lozan’ı aşma mücadelesine destek olmaya çağırıyoruz. BM ve Avrupa Konseyi’ni, AB’yi ve diğer uluslararası kurumları halkımızın Kendi Kaderini Tayin Etme ve Lozan cenderesini aşma mücadelesine destek vermeye çağırıyoruz. Sözleri ile gelinen noktanın ibretlik sayılması gerekiyor. Emperyalizm ile kurulan bu ilişkinin karşılığının olup olmadığını bilemiyoruz. Ama emperyalistler bile Lozan Antlaşması’nı imzalamak zorunda kalmayı böyle tarif etmemiştir herhalde.

Hedef olarak Lozan Antlaşması’nın alınması, bunu hükümsüz kılmak üzerinden bir siyaset tariflenmesi ile Sykes-Picot’nun ruhunun çağrıldığı görülüyor. Ama o anlaşmada özellikle Anadolu’da hak iddia edilen toprakların esas olarak bir Ermenistan’a ayrılmış olduğunu hatırlatmak gerekiyor.

Lozan tartışmalarında, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 7 Aralık 2017’de üstelik Yunanistan’da yaptığı bir konuşmada sarf ettiği “Lozan 94 yıl önce yapılan bir anlaşma. Sadece Türkiye ile Yunanistan arasında yapılan bir antlaşma değil. 94 yıl içerisinde dünya yeniden inşa ediliyor.” sözleri düşünüldüğünde tarihten ders çıkartmayan Kürt siyasetinin Türkiye’de bulabileceği ortakların sınırını da gösteriyor.

Comments are closed.

0 %