Portre

Barışın Büyükelçisi: Mahmut Dikerdem

Hikmet Yaman

1916 yılında İstanbul’da doğan Mahmut Dikerdem, Galatasaray Lisesi’nden mezundur. Burada kendisinin iki sınıf küçüğü ve ileride Dışişleri Bakanlığı’nda meslektaşı olan Semih Günver, Dikerdem’in lise yıllarından itibaren “diğer çocuklardan farklı, çoğunluğa karşı azınlığın sözcüsü ve savunucusu olmaktan” hoşlandığını belirtir. Öyle ki Galatasaray’da okurken Fenerbahçe taraftarıdır.  Arkadaşları o yıllarda daha çok “Kemalizm’e ve milliyetçiliğe meylederken o Marksizm’le ilgilenmiş, sosyalist fikirleri benimsemişti.1938’de Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdiğinde aynı fakültede açılan iktisat doçentliği sınavı için başvurmuş ve kendisinden kürsü profesörüne sunulmak üzere 30-40 sayfalık bir tez hazırlaması istenmiştir. Kendi ifadesiyle “büyük bir hevesle hazırlamış” olduğu tezin konusu da “sosyalizm”dir.

1939 yılında Dışişleri Bakanlığı’nda memur olarak çalışmaya başlar, 1942 yılında Cenevre Başkonsolosluğu’nda Kançılar olarak ilk yurt dışı görevine atanır. Bern’de Büyükelçilik 2. Kâtibi olarak süren hariciye macerası Üçüncü Dünya ülkelerinde büyükelçi ve elçilik müsteşarlığı yaparak kırk seneye yakın sürmüştür.

HARİCİYE’DE “AYKIRI “BİR DİPLOMAT

1. Dünya Savaşı sonrasında tüm dünyada siyaset yeni bir hal alırken Türkiye’de de bir “dönüşüm “kapıdaydı. Çok partili hayata geçişin olduğu günlerde CHP’nin önemli bir figürü ve 1947-50 döneminde dışişleri Bakanı olacak olan Necmettin S. Sadak, yakın dostları Yakup Kadri Karaosmanoğlu ve dönemin Paris Büyükelçisi Numan Menemencioğlu’ndan Dikerdem’in “sol fikirli” olduğunu öğrenmiş ve sahibi olduğu Akşam gazetesinde her hafta bir dış politika yazısı yazmayı önermişti. Sadak CHP’de bir “sol kanat “olması gerektiğini düşünüyordu. Dikerdem, dönemin Matbuat Kanunu devlet memurlarının basın organlarında yer almasına izin vermediği için adı ve soyadının baş harfleriyle ilk yazılarına başlayacaktır. Sosyalist olması bütün yaşamı boyunca çok nadiren görülecek şekilde kendisine “fırsat “verilmesine yol açmıştır. Ancak bu dönemde Mahmut Dikerdem’in siyasi görüşleri ilk kez kapsamlı bir takibe de uğramıştır. Cenevre’deki görevini tamamlayıp Merkez’e döndükten sonra bir “Hariciyecinin, Mehmet Ali Aybar, Behice Boran, Pertev Naili Boratav, Sabahattin Ali, Abidin Dino, Orhan Veli gibi ‘tehlikeli’ kimselerle sık sık görüşmesi” o dönemin Milli Emniyet Hizmetleri (MAH) tarafından önce sivil polislerce, ardından da Hariciye Vekâleti’ndeki ajanlarca izlenmiştir. B u, dönemin cumhurbaşkanı İsmet İnönü’ye kadar aksettirilse de 1940’lar boyunca MAH’ın başında bulunan Naci Perkel’in aktardığına göre “Bakanlığın sahip çıkması” sayesinde Dikerdem’in bu soruşturmaları atlatıp Kahire’ye atanması mümkün olacaktır.

 Bu takibat, dönemin Milli Emniyet (bugünkü adıyla Milli İstihbarat) servisi tarafından Dikerdem için yapılan ilk kapsamlı izlemedir, ancak sonuncusu olmayacaktır. “Bakanlık tarafından sahiplenme” de geçicidir. Örneğin Çekoslavakya’ya gidecek bir kurulun başında olması Bakanlar kurulunda onaylanmamış, dönemin başbakanı Şemseddin Günaltay kendisi için Hariciye Genel Sekreteri Fuad Carım’a “Sizde bir komünist varmış, hemen icabına bakın” talimatını vermiştir. 

1950’ler ortalarından itibaren Mahmut Dikerdem’in Dışişleri ‘deki yükselişi başlar.  Bunda en önemli etken Fanin Rüştü Zorlu’nun 1954 seçimleriyle birlikte Çanakkale milletvekili olması ve “Dışişlerinden Sorumlu Devlet Bakanı” unvanıyla birlikte bir tür “paralel Dışişleri Bakanı” haline gelmesidir. Bu dönemde Dikerdem, Başvekil Adnan Menderes ve Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın da ilgisini çekmiş, bir keresinde Ahmet Emin Yalman tarafından Başbakan’a siyasi görüşleri nedeniyle  “jurnal edilmesine” karşın Menderes’in yurtdışı heyetlerine dahil olmaya başlamıştır. 1956’nın sonuna doğru dönemin en önemli dış politika meseleleri olmaya başlayan Ortadoğu ve Kıbrıs işlerine bakan Siyasi Daire’nin genel müdürlüğüne sık sık vekâlet eder. 1957’de ise kendi ifadesiyle “meslek yaşamında doruğa ulaşmış”, memuriyetinin on sekizinci yılında Türkiye’nin Amman büyükelçisi olarak atanmıştır.

1960’ın başlarına gelindiğinde Dikerdem kendi anlatımına göre “öğrenim çağına gelen çocuğuna okul bulmak amacıyla” Batı ülkelerinde bir yere atanmayı talep eder. Bu gerçekleşmez ve Ortadoğu’da kritik bir alan sayılabilecek Tahran’a atanır. Daha sonra yayımladığı anılarında her ne kadar “İran’daki rejime duyduğu alerji” sebebiyle bu ülkeye atandığına pek “sevinememiş” olsa da “Tahran gibi önemli bir merkeze gitmeyi reddedemeyeceğini” ifade eder. Mayıs 1960’ta gerçekleşen askeri darbe sonrası DP’ye yakın olan veya hükümet tarafından görevlendirilen bazı diplomatlarla birlikte Türkiye’ye çağrılır. Ve Yarılamaların yapıldığı Yassıada’ya gönderme olarak kızağa çekilen diplomatların topluca oturdukları odaya “Yassıoda” denmişti. Görev talebi sadece “aşırı solcu” düşünceli olmasının yanına “Kürt” olduğu iddiası da eklenerek reddedilecektir. 

15 Ekim 1961’de yapılan genel seçimler sonrası Demokrat Parti’nin “mirasçısı olarak 158 milletvekilliği kazana Adalet Partisi iktidar ortağı olur. Bu “sivilleşme” ve kısmi “siyasi özgürlük”ler ortamında dış işlerindeki kızağa çekilenlerin de göreve yeniden başlayacağı düşünülmektedir. DP ‘nin önemli bürokratlarının bazıları örneğin Zorlu’nun prensleri olarak görülen Oğuz Gökmen, Semih Günver ve Hasat Esat Işık gibileri Yassıada’dan yeni rejimin seçkinleri olmaya başlamıştı. Ancak Dikerdem için böyle bir şey söz konusu bile değildi. Dikerdem kendisinin durumunu için dönemin genel sekreteri Namık Yolga’ya çıkar. Aldığı yanıt “Üstadım, Türkiye daha komünist olmadı, bir gün komünist rejim gelirse sana da görev verirler” olur Namık Yolga’ya çıkar. Aldığı yanıt “Üstadım, Türkiye daha komünist olmadı, bir gün komünist rejim gelirse sana da görev verirler” olur.

Mart 1963’te Fuad Bayramoğlu, Namık Yolga’nın yerine bakanlık genel sekreterliğine Bayramoğlu tarafından Addis Ababa büyükelçiliği önerir. Dikerdem tarafından bu teklif kabul eder. Ancak “gizli bir el” bu atamayı engeller. Aralık 1963’te ikinci koalisyon hükümetinin de dağılmasının ardından yeni yılla birlikte yine İsmet İnönü liderliğinde bu kez sadece CHP’li bakanlardan oluşan bir azınlık hükümeti kurulacaktır. Dikerdem Hariciye sıralamasına göre en alt sırada olan Akra’ya (Gana) atanır.1968’e kadar bu görevini sürdürür. Sağlık nedenleriyle merkeze dönmeyi talep etmiş ama pek sık görülmeyen bir uygulamayla yurda döner dönmez dönemin Yeni Delhi’ye büyükelçi olarak atanması gündeme gelir. Ancak bu atama Cumhurbaşkanı Başbakan ve Dışişleri Bakanı tarafından onaylansa da kabinedeki bazı bakanlar bu kararnameyi onaylamazlar. Dikerdem bu görevi iade etmek istese de Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil ısrar eder. İtirazcı bakanlar bir “mecburiyet” le imzalarını atarlar.

1972’ye kadar süren Yeni Delhi büyükelçiliği Mahmut Dikerdem’in faal olarak son diplomatik görevi olacaktır. Türkiye’de 12 Mart muhtırası ardından yeni bir süreç başlamış Hindistan ise Pakistan ile bir savaşa tutuşmuşken, Ankara’ya çağrılır. 14 Ekim 1973 seçimlerinin ardından kurulan CHP-MSP koalisyonu döneminde Oslo, sonrasında yeni açılmış olan Doğu Berlin büyükelçiliğine atanması öngörülmüşse de bu sefer de hükümetin dağılması sebebiyle bu karar uygulanamamıştır. 1976’daki emekliliğine kadar da önemli bir “görev” verilmeyecektir. 

1975’te Kurulan Milliyetçi Cephe (MC) hükümeti artık Dikerdem için “Hariciye” deki yaşamının sonuna yaklaştığına işarettir.

 15 Ocak 1976’da Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan “Kıbrıs Çıkmazı” başlıklı yazısında; Temmuz 1974’te Kıbrıs müdahalesinden sonra Ecevit hükümetinin istifa ederek siyasal bir çözüm bulunmadan askıda bırakılmasının Türkiye’yi dünya kamuoyunda haksız duruma düşürdüğünü ve “işgalci devlet” gibi bir algıyla bakılmasına yol açtığını söylüyordu. Dahası Kıbrıs’ta siyasal çözümün üslerden arınmış, bağımsız ve federal bir devlet tezine yönelik olması gerektiğini de ekliyordu. 

Bu yazı ile “hükümetin Kıbrıs konusundaki siyaset ve tutumuna tam olarak ters düştüğü” öne sürülerek hakkında kovuşturma açılır. Kovuşturmanın sonucunda cezai işlem gerektirecek bir fiilinin olmadığına hükmedilmiş, bakanlığın kendisini “savcılığa verme” girişimi ise Danıştay tarafından durdurulmuştur.56 Bunlara rağmen “tutucu, gerici iktidarların açık ya da gizli güçleriyle boğuşmaya takati kalmadığı” gerekçesiyle 4 Ekim 1976’da emeklilik dilekçesini Dışişleri Bakanlığı’na sunar

SALON VERİR SOKAK ALIRIZ

Emekli olduktan sonra yaşamının sonuna dek “Barışın elçisi” olacaktı. 3 Nisan 1977’de yapılan geniş toplantının ardından 4 Nisan’da Türkiye Barış Komitesi Derneği’nin kuruluşundan itibaren üç dönem boyunca Genel Başkanı olarak çalıştı. 1980 yılında Dünya Barış Konseyi’nin Başkanlık Konseyi’ne seçildi. Bu konseye Nâzım Hikmet’ten sonra Türkiye’den seçilen ikinci kişi oldu. 12 Eylül’ün hemen öncesinde, İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı kararıyla 5 Eylül 1980’de Türkiye Barış Komitesi Derneği çalışmaları durduruldu. 12 Eylül 1980 faşist darbesinin ardından 1982’de Sıkıyönetim Savcısı tarafından Barış Derneği hakkında açılan davada yargılandı, 24 Şubat 1982 günü yapılan yargılamada tutuklanarak cezaevine gönderildi. Selimiye Kışlası’na, ardından Barış Derneği tutuklularıyla birlikte Maltepe askeri cezaevine yollandı Zorlu cezaevi günlerinde sağlığını iyice yitirdi ve temmuz ayında prostat kanseri teşhisi konan Mahmut Dikerdem bu süreci hem askeri mahkeme, sorgular ve savunma içinde ve hem de hastalıkla uğraşarak geçirdi. Mücadele arkadaşlarından yaşça daha büyük olan Dikerdem 30 yıl hapis cezası istemiyle yargılandığı davaya bu koşullarda katıldı, askeri savcı karşısında inadına ayakta durarak siyasi bir savunma yaptı

“Ben yalnız bir barışsever değil, bir barış savaşçısıyım. İnsanlar savaşa savaş açmadıkları sürece hiçbir şey savaşları ortadan kaldıramayacaktır. Büyük ülkülerin mücadelesi önce küçük ama yürekli bir azınlıkça başlatılır. Barış gibi inandığımız bir dava uğruna ölmek, savaş gibi inanmadığımız bir şey uğruna acı çekmekten daha iyi değil midir? Her savaş insanlığın ilerlemesini engelleyen bir halka daha ekler. Ama savaşa başkaldıran bir avuç insan genel protestonun sözcüsü olabilir.”

Barış Derneği davası sürerken , ikinci bir dava daha açılır.Bu iki dava birleştirilir.

Mahmut Dikerdem ikinci tutukluluk süresini Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde tedavi görerek geçirmiş, bu arada 1987 yılında Dünya Sendikalar Federasyonu onu Unesco Barış Ödülü’ne aday göstermiştir. Tutukluluğu kaldırıldıktan sonra tedavisine evinde devam edilir. 1991 yılında TCK’nın 141. Maddesinin kaldırılması sonucu dava yok sayılır. Bu dönem Sovyetler Birliği reel sosyalizm ihanete uğradığı,” duvarların yıkıldığının iddia edildiği” bir dönemdir. Mahmut Dikerdem bu süreci tehlikeli bir biçimde sosyalizmden tavizler koparma ve teslim alma çabası olarak değerlendirir. Bu konudaki görüşlerini Şubat 1990’da Tüm Korotiçlere Açık Mektup başlıklı yazısında dile getirir. 

Mahmut Dikerdem 3 Ekim 1993’te yaşamını yitirir. Vasiyeti üzerine Söğütlüçeşme’den işçilerin elleri üzerinde, sonsuzluğa uğurlanır

 

Comments are closed.

0 %