Manşet

Yeni bir cumhuriyet için

Sema Aydın

‘Cumhuriyet’ kavramının kökleri Antik Yunan’a dek uzansa da bugün benimsenen anlamını burjuva devrimleri ile kazandı. Fransız İhtilali’nin eşitlik, özgürlük, kardeşlik talepleri ile şekillenen modern cumhuriyet fikri monarşiye köklü başkaldırının da adı oldu. Yönetimin bir hanedanlığa, bir aileye ait olamayacağını ortaya koyan, tanrının yeryüzünde ki gölgesi addedilen monarklara karşı, iktidarı yeryüzüne indiren, yurttaşlık hukukunun temellerini atan Fransız İhtilali yeni bir yönetim biçimi olarak cumhuriyet ile taçlandı. 

Cumhuriyet bir yönetim biçimi olmakla birlikte yönetimin niteliğini, sınıfsal karakterini ortaya koymakta yetersiz bir tanımdır. Cumhuriyetin niteliği, sınıfsal karakteri ile doğrudan ilişkilidir. 1923 cumhuriyeti bu açıdan monarşiye karşı kazanılmış büyük bir zafer, aynı zamanda burjuva devrimlerinin dinamiklerini ve sınırlarını da içinde barındıran bir dönüşüm dönemidir. 

Dolayısıyla bugün 100. Yılında Cumhuriyet tartışmaları cumhuriyetin niteliğini de merkeze koymak durumunda. Hele hele sosyalist mücadele söz konusu olduğunda cumhuriyet tartışması işçi sınıfının tarihsel misyonu ve güncel talepleri ekseninde ele alınmalıdır. 

Türkiye’nin gündeminden eksik olmayan cumhuriyet tartışmalarının taraflarının ortaklaştığı yegane nokta 1923 Cumhuriyeti’nin tasfiye edildiği gerçeğidir. Siyasal İslam’ın cumhuriyeti ‘yüz yıllık reklam arası’ şeklinde nitelendirdiği, saltanat ve hilafet özlemi biliniyor. Liberal cenahın geçtiğimiz yüz yılın yarısını İkinci Cumhuriyet tezleri ile geçirdiği ve Siyasal İslam’ın payandalığına soyunduğu da… Bu iki eksene dair çokça söz söylendi. 

Dolayısıyla bu yazıda daha çok cumhuriyet tartışmalarının bir gelecek projeksiyonu sunup sunamayacağı üzerinde durulacaktır.

Temel çıkış noktamızı ise AKP eliyle kurulan yeni rejimin karşısında şekillenen toplumsal direncin arayışı ve doğrultusu olacaktır. Bugün yeni rejimin karşısında konumlanan toplumsal direncin Cumhuriyetin kazanımlarına sahip çıkmakla beraber ortak bir gelecek tahayyülüne sahip olduğunu söylemenin sınırları olduğu açık. 

Yüz yıl önce, özgün bir tarihsel kesitte şekillenen Cumhuriyet’i yeniden ayağa kaldırma fikri epey güç kaybetmiş görünüyor. Tezin siyasi temsilcilerinin de yeni arayışlara kapı araladığını söylemek abartı olmasa gerek. 

Öte yandan emekçi sınıfların ayağa kalktığı yeni bir cumhuriyet fikri ve mücadelesi ortak bir gelecek tahayyülü için önemli bir pivot noktası olmaya adaydır. 

Sosyalistler Cumhuriyetçidir

Liberal tezlerin aksine tarihin temel itici ve ilerletici gücünün sınıf savaşımları olduğunu ortaya koyan Marksist tarih tezi aynı zamanda tarihsel ilerlemecidir. Burjuva devrimlerini tarihin akışı içerisinde ileri bir sıçrama olarak gören sosyalistler monarşiye her zaman şiddetle karşı çıkmış ve cumhuriyet fikrini benimsemişlerdir. Burada bir garabet bulunmuyor. Ancak iktidarı bir kere yeryüzüne indirdikten sonra iktidarın sınıfsal karakteri, emekçi sınıfların mücadelesinin konusudur. 

1923’te Osmanlıdan kopuş ve cumhuriyetin kuruluşu büyük bir ilerlemedir. Bununla birlikte bu kopuş burjuva devrimlerinin gelişim dinamikleri ve yasalarından elbette azade değildir. 

Osmanlı’nın son dönemlerinde başlayan iktisadi dönüşüm, ulusalcı fikirlerin yayılması ve burjuva aydınlanması mantıki sonuçlarına ulaşmış, saltanat ve hilafete son verilmiştir. Türkiye’de burjuva devrimi ve cumhuriyetin kuruluşu emperyalist işgale karşı verilen mücadelenin sonucudur ve Anadolu topraklarında bağımsızlık fikrinin kök salmasının, dolayısıyla antiemperyalist mücadelenin şekillenmesinin zemini olmuştur. Bir diğer tarihsel zorunluluk (sermaye birikiminin yetersizliği, geç kapitalistleşme) Cumhuriyeti devletçilik olgusu ile bütünleştirmiştir. Ve belki de en önemlisi burjuva devrimlerini aşan bir devrimci çağda kurulması, 1923 Cumhuriyetinin en önemli özgünlüğüdür. Sovyetler Birliği’nin kurtuluş mücadelesine verdiği destek bir yana, kuruluş yıllarında sanayileşme atılımlarında da izlerini bugün dahi görmek mümkün. 

Yüz yıllık süreçte köprünün altında çok sular aktı. Devletçi iktisadi politikalar ile yaratılan değerler sermaye sınıfının hizmetine sunuldu. Türkiye’nin düzenine, düzenin niteliğine ilişkin tartışmalar çok geride kaldı. Bugün adlı adınca orta gelişkinlikte kapitalist bir ülke olarak Türkiye, sermaye sınıfının egemen olduğu emperyalizm ile işbirliğini temel dış politika olarak benimsemiş bir ülke konumundadır. 

Bugün ne yüz yıl öncenin ekonomik koşulları mevcuttur ne de sosyalizmin bir tarafını oluşturduğu iki kutuplu dünya. 

Yüz yılda değişen bir başka gerçekliğe yüzümüzü dönmek durumundayız, nicel olarak büyüyen, nitel olarak devrimci bir dönüşümün öncüsü olmaya aday, yüz yıllık bir mücadele deneyimi biriktirmiş işçi sınıfına… 

Cumhuriyet ekseninde Türkiye’nin geleceği tartışılacaksa, cumhuriyetin kazanım hanesine yazdığı bağımsızlık, devletçilik, aydınlanma- laiklik, ihtilalcilik mutlak olarak bugüne taşınmalı ve işçi sınıfının eşitlik mücadelesi ile buluşmalıdır. Yeni bir cumhuriyet mücadelesinin mihenk taşı burasıdır. 

Yeni bir cumhuriyet, kamucu bir ekonomi

Cumhuriyetin 100. Yılında, yeni bir cumhuriyet ülke kaynaklarının, emekçi halkın refahını merkeze koyan kamucu bir iktisadi anlayışla yeniden planlanmasıdır. Geçtiğimiz bir asırlık tarih sermaye sınıfının çıkarları gözetilerek, ülke zenginlikleri yerli ve yabancı sermayenin hizmetine sunuldu. Sermaye sınıfı daha da zenginleşirken emekçiler mutlak yoksulluğa sürüklendi. Yoksulluğa mahkum edilen emekçi sınıfları zapturapt altına almanın yolu ise gerici örgütlenmelerin beslenmesi olarak görüldü. Refah toplumu yerine sadaka kültürü, şükür ve kadercilik ikame edildi. “Ekonomi şahlanıyor” propagandası ise tüketim alışkanlıklarının kökten dönüşmesi ve sermayeye para akışının düzenli sağlanmasının bir başka adı oldu. Bugün bir refah toplumundan bahsetmek mümkün değil, olsa olsa bir tüketim çılgınlığı ve borç ekonomisinden bahsedilebilir. Yeni bir cumhuriyet, emekçilerin iktidarında, bir refah toplumunun yaratılmasını başa yazmalıdır. 

Yeni bir cumhuriyet, bağımsız bir ülke

İşgale karşı bağımsızlık mücadelesi ile kurulan cumhuriyet sermaye sınıfı ve onun temsilcileri eliyle emperyalizm ile işbirliğini başa yazmıştır. Milli ve yerli maskesi altında, cumhuriyetin ilk dönemlerinde farklı ihtiyaçlarla kurulan onlarca fabrika ve işletmenin, kamu kaynaklarının, uluslararası sermayeye açılması bu işbirliğinin en can alıcı göstergesidir. Emperyalizm ile tesis edilen ilişkiler sanayide, enerjide, kimi tarımsal ürünlerde dışa bağımlılığın adı oldu. NATO şemsiyesi altında dünyanın dört bir yanında görev yapan ordu mensupları, ülke topraklarımızda ki yabancı üsler bu bağımlılığın sonucudur. Dolayısıyla bugün yeni bir cumhuriyet mücadelesi antiemperyalist karakter taşımalıdır. 

Yeni bir cumhuriyet, halkın devlet yönetimine örgütlü katılımı

Cumhuriyetin temel değerlerini kemiren sermaye sınıfı halkın örgütlü gücünden her zaman korku duymuş, bugün adı konmamış bir istibdat rejimi yaratılmıştır. Cumhuriyeti ‘halkın kendi kendisini yönetmesi’ olarak tanımladıktan sonra salt sandığa endekslenen ‘süslü demokrasi’ işçi sınıfının örgütlülüğünü ise öcü timsali saymaktadır. Yeni bir cumhuriyet işçi sınıfının, emekçilerin, gençlerin, halkın örgütlü gücüne yaslanan sosyalist demokrasiyi esas almalıdır.

Yeni bir cumhuriyet, eşitlikçi bir düzen

Cumhuriyet fikrini yüz yıldır kemiren gerici, işbirlikçi, sömürücü sınıfların Türkiye’yi getirdiği nokta mevcut istibdat rejimidir. Geleceği kazanacak olan irade cumhuriyet fikrini eşitlikçi bir düzen ile buluşturmalı, sömürü düzenine son vermelidir. İşçi sınıfının eşitlik ve özgürlük mücadelesine yaslanmayan, halkın örgütlü gücünün üzerinde yükselmeyen bir cumhuriyetin sermaye gruplarının, emperyalistlerin, tarikatların, cemaatlerin, aşiretlerin, rantçıların elinde bir yağma düzenine dönüşmesi kaçınılmazdır. Yeni bir cumhuriyet üretim araçları üzerinde ki özel mülkiyetin kaldırıldığı, kamu mülkiyetinin egemen kılındığı, üretim süreçlerinin toplumun ihtiyaçları doğrultusunda planlandığı, yaratılan gelirin ve ülke kaynaklarının eşit haklar çerçevesinde bölüşüldüğü, temel insani ihtiyaçların ticari bir faaliyet olmaktan çıkarıldığı, insan emeğinin ve iradesinin özgürleşmesinin yolunun açıldığı eşitlikçi bir düzendir. 

Türkiye’nin bugün içinde bulunduğu karanlıktan tek gerçek çıkış yolu sosyalist bir cumhuriyettir. 

 

Comments are closed.

0 %