Levent İncedere
ÖZELLEŞTİRME KAMU MALLARININ GASPIDIR
Kapitalizm ortaya çıkışından itibaren yaşadığı krizlerle yoluna devam etmiştir. Ancak sosyalizmin prestiji karşısında tam ikinci dünya savaşından sonra ortaya çıkan “refah yönelimli” genişleme ile nefes alacakken, bu durum yerini 70’li yıllarda bir ekonomik durgunluk dönemine bıraktı. Bu krizden çıkış reçetesi olarak sunulan piyasacı politikalar, devletin ekonomideki rolünü küçültmeyi, kamu harcamalarını kısmayı ve özel sektörü ön plana çıkarmayı hedefledi. Özelleştirme, bu piyasayı egemen kılmayı hedefleyen dönüşümün en önemli araçlarından birisi haline geldi.
Özelleştirme, en sade ifade ile devlete ait üretim araçlarının özel sektöre devredilmesi olarak tanımlanabilir. Başka bir deyişle, kamunun ekonomik faaliyetlerinin kısıtlanması, sınırlandırılması veya tamamen ortadan kaldırılması da diyebiliriz. Özelleştirmenin en temel amacı, kamusal mal ve hizmetlerin piyasa kurallarına göre üretilmesi ve serbest piyasanın hakimiyetinin artırılmasıdır. Ancak bilindiği gibi özelleştirme süreçleri, dünyanın her yerinde, temelde kamu kaynaklarının yok pahasına sermayeye peşkeş çekilmesine ve geniş emekçi kesimlerin kamusal hizmetlere erişiminin zorlanmasına bu nedenle de eşitsizliklerin artmasına neden olmuştur.
Özelleştirme, birçok kaynakta ortaklaşıldığı üzere, ilk kez 1957 yılında Federal Almanya’da Prusya Maden ve İzabe Ocakları AŞ’de (PREUSSAG) uygulandı. Daha sonra, 1961’de Volkswagen gibi büyük şirketler de özelleştirme kapsamına alındı. Ancak özelleştirmeyi geniş kapsamlı olarak uygulayan ilk ülke, Şili oldu. Tabi ki Pinochet diktatörlüğü döneminde. İngiltere ise özelleştirmeyi kurumsal bir politika haline getiren ilk ülke olarak tarihe geçti. 1980’lerden itibaren neoliberal politikaların yükselişiyle birlikte özelleştirme, dünya genelinde yaygınlaştı. Madem tarihsel bilgiler ile devam ettik bu konuda Türkiye’nin son yıllarda özelleştirme hacmi konusundaki şampiyonluğunu da bir köşeye yazalım.
TÜRKİYE’DE ÖZELLEŞTİRME
Özelleştirme Türkiye için sanıldığı kadar yeni bir gündem değildir. Aslında özelleşme bağlamında ele alındığında ve özel sektörün inşası ve güçlendirilmesi çabaları düşünüldüğünde, kamu kaynaklarının ve olanaklarının özel sektör lehine kullanılması Cumhuriyet’in kuruluş yıllarına kadar uzanır. Ancak 1980’li yıllara kadar bu çabalar, devletçi politikalar nedeniyle sınırlı kaldı. Burada kısa bir not olarak emperyalist ve kapitalist sistemde hatta kapitalist inşa dönemindeki ülkelerde de sosyal devlet olarak adlandırılan devletçi modellerin esasen sermaye iktidarlarının bir tercihi olmadığını ifade etmek gerekir. Özellikle ikinci dünya savaşından sonra başka etkenlerin yanında Sovyet sosyalizminin kazandığı prestij birçok ülkede sosyal devlet anlayışının yaygınlaşmasına neden olmuştur. Sonrasında yaşanan ekonomik durgunluk ve krizlerin çözümü olarak birçok ülkede 70’li yıllarda başlayan liberalleşme dönemi bizde 24 Ocak 1980 kararlarıyla birlikte özelleştirme yoluyla ekonomik dönüşümün temel politikası haline gelmiştir. İlk olarak 1984 yılında çıkarılan 2983 sayılı Kanun, özelleştirmenin yasal altyapısını oluşturmuş ve 1994 yılında yürürlüğe giren 4046 sayılı Özelleştirme Kanunu ise sağlık sektörünü de kapsayacak şekilde genişletilmiştir. Sonraki süreçlerde, özelleştirme karşıtı toplumsal mücadeleler yer yer ülkenin gündemine damga vurmuş olsa da Özal ile başlayan ve AKP iktidarı ile zirveye ulaşan bir şekilde özelleştirme uygulamaları devam etmiştir.
Sağlıkta özelleştirme, sağlık hizmetlerini bir insan hakkı olmaktan çıkarıp, kar odaklı bir sektöre dönüştürmektedir. Türkiye’de sağlıkta özelleştirme, esasen AKP tarafından 2003 yılında başlatılan Sağlıkta Dönüşüm Programı (SDP) ile hız kazanmıştır. Bu program, esasen sağlıkta özel sektörün desteklenmesinin yanında kamuda da kamu-özel iş birliği modelleri, performansa dayalı ücretlendirme ve döner sermaye uygulamaları gibi yöntemlerle sağlık hizmetlerini bütünüyle piyasalaştırmayı hedeflemiştir. Bir yandan özel sağlık sektörü desteklenmiş ve büyütülmüş diğer taraftan kamu sağlık hizmetlerinin sunumu özel sektör perspektifi ile yeniden inşa edilmiştir. Özellikle başlı başına bir özelleştirme hikayesi olan şehir hastaneleri projeleri, özel sektörün sağlık alanındaki etkisini artırmıştır. Ancak bu süreç, bir yandan halkın sağlığını olumsuz yönde etkilerken öte yandan kamu bütçesine ağır bir yük bindirmiş ve sağlık çalışanlarının çalışma koşullarını da olumsuz etkilemiştir.
TÜRKİYE’DEKİ SAĞLIKTA ÖZELLEŞTİRME UYGULAMALARI VE SONUÇLARI
Sağlıkta özelleştirme, piyasalaşmanın toplumsal yaşamı nasıl dönüştürdüğünün en çarpıcı örneklerinden birisidir. Ancak sağlık, bir insan hakkıdır ve piyasanın insafına terk edilemeyecek kadar değerlidir. Özelleştirme, sağlık hizmetlerini kar odaklı bir sektöre dönüştürürken, sağlık hizmetine en çok ihtiyacı olan kesimleri de sağlıksız bir geleceğe mahkum etmiştir.
Sağlıkta özelleştirme, toplumun genel sağlık düzeyini olumsuz etkileyen bir dizi sorunu da beraberinde getirmiştir. Öncelikle, özel sektörün kar odaklı yaklaşımı, gereksiz tıbbi müdahalelerin artmasına neden olmuştur. Bu durum, hem bireylerin katastrofik sağlık harcamalarını artırmış hem de toplumun genel sağlık düzeyini bozmuştur.
Türkiye’de sağlıkta özelleştirme, kamu-özel ortaklığı (KÖO), performansa dayalı ücretlendirme, döner sermaye uygulamaları, hizmet alımı gibi yöntemlerle sürdürülmüştür.
Sağlıkta piyasalaşmanın boyutlarını daha iyi anlamak için özellikle Sağlık Bakanlığı’nın her yıl yayınladığı Sağlık İstatistikleri Yıllıklarına ve bu konuda farklı kuruluşların yayınladığı raporlara bakmakta fayda vardır. Buna göre;
• 2002 yılında Türkiye’de 271 özel hastane varken, bu sayı 2023 yılında ise 565’tir. Yani özel hastane sayısı AKP döneminde yaklaşık %110 oranında artmış. Devlet hastanelerinin sayısı ise yaklaşık %10 civarında artmış.
• Sağlık Bakanlığı’nın yayınladığı Sağlık İstatistikleri Yıllıklarına göre, kişi başı yıllık ortalama hekime müracaat sayısı 2002 yılında 3,1 iken 2023 yılında 11,4 oldu. Yani yaklaşık 86 milyon kişi istisnasız neredeyse her ay bir kez hekime muayene oluyoruz. Bu sayı özel hastaneler açısından incelendiğinde 2002’den bu yana özel hastanelerde hekime müracaat sayısı yaklaşık 12 kat artmış.
• 2023 yılı verilerine göre özel hastaneler, toplam hastane sayısının %36’sını oluşturuyor. Büyükşehirlerde ise işin boyutu tamamen değişmektedir. İstanbul’daki hastanelerin %70’i özel hastane iken bunlara özel tıp merkezleri de eklenirse İstanbul’da ikinci basamak sağlık kuruluşlarının nerdeyse %85’i özel sağlık kuruluşlarıdır.
• 1993 yılında Sağlık Bakanlığı bütçesinin %13,7’sini oluşturan döner sermaye gelirleri, 2002 yılında %79,9’a, 2018 yılında ise %96,5’e ulaşmıştır.
• DİSK-AR raporuna göre, 2012’den bu yana SGK’nin hasta başına devlet hastanelerine yaptığı ödeme 4,7 kat artarken, özel hastanelere yaptığı ödeme 9,4 kat arttı. SGK, 2024’ün ilk altı ayında özel hastanelere hasta başına yaklaşık 3 kat daha fazla ödeme yaptı.
• SGK’nın 2023 Faaliyet Raporu’nda 2023’te özel hastanelerin SGK’dan aldığı ödeme, 34 milyar 525 milyon TL olarak aktarılıyor. Bu miktar 2012’de 6,8 milyar, 2018’de ise 9,4 milyar TL olarak gösterilmiştir. SGK’nın özel hastanelere ödediği ücret, 11 yıl içinde yüzde 416 oranında arttı.
• 2023 verilerine göre Türkiye’deki hastane yataklarının yüzde 20’si özel hastanelerde. Yoğun bakım yataklarına bakınca bu oran %35,4’e çıkıyor.
• Hastane yataklarının beşte biri özel hastanelerde iken yoğun bakım yatak sayısına gelince iş tamamen değişmektedir. Yoğun bakım yatak sayılarına bakınca Devlet ve özel hastaneler birbirine epey yakın. 2023’te Sağlık Bakanlığına bağlı hastanelerinde toplam 24 bin 639 yoğun bakım yatağı bulunurken, bu sayı özel hastaneler için 17 bin 332.
• Yine 2023 verilerine göre, Sağlık Bakanlığı’na ait hastanelerdeki yoğun bakım yataklarının %20’si yenidoğan yoğun bakım yatağı iken bu oran özel hastanelerde %41. Bir başka açıdan bakıldığında Türkiye’de yenidoğan yoğun bakım yataklarının %52’si özel hastanelerde. Ayrıca Türkiye’de her 100 bin kişi başına düşen yoğun bakım yatak sayısı 57,4 iken örneğin bu rakam İsveç’te 5,8 ve OECD ülkelerinde ortalama 22’dir. Özetle, özel hastaneler ihtiyacın üstünde yoğun bakım yatağına sahipken yenidoğan yoğun bakım yataklarına bakınca yaşanan skandalın esas nedeni daha iyi anlaşılmaktadır.
Tüm bu veriler, bize özellikle AKP döneminde kamunun sağlık hizmetlerindeki payının hızlıca azaldığını ve toplumun sağlık hizmetinin giderek daha fazla oranda özel sağlık sektörüne terkedildiğini çarpıcı bir şekilde göstermektedir.
ÖZELLEŞMİŞ SAĞLIK SİSTEMİNDE PİYASANIN KURALLARI İŞLER: “YENİDOĞAN ÇETESİ OLAYI”
Piyasa ekonomisinin hakim olduğu bir ortamda, piyasaya sunulan bir mal için (siz hizmet diye okuyun) piyasanın yasalarının işlemesi bir kuraldır. Yani eğer ortada siyasal iktidar tarafından bir sağlık politikası olarak da desteklenen özelleşmiş bir sağlık sistemi ve özel hastaneler varsa oradaki esas amaç kar etmek ve süreç içerisinde karını artırmaktır. Bu durum her ne kadar beceriksizce ve komik şekillerde büyük laflarla gizleniyormuş gibi yapılsa da özel sağlık sektörü kar elde etmek için kurulmuş işletmelerden oluşmaktadır. İşletmecilik açısından bakarak ne var bunda diyenler de vardır. Ancak böyle denildiğinde sadece insafsız ve vicdansız sağlık çalışanlarına kızmakla ve beceriksiz “girişimcilerin” ahlaksızlığından şikayetle yetinmekle kalınır. Bakınız, yenidoğan çetesi olayından “vicdani olarak rahatım, bizim en büyük hatamız bunlarla sözleşme yapmak oldu” diyen ve kapatılan özel hastanelerden birisinin sahibi olan önceki dönem sağlık bakanı. Ya da “Masum bebeklerin hayatıyla oynayan bu canilerin bir daha gün yüzü görmemesi için konunun bizzat takipçisi olmaya devam edeceğim” diyene bakınız.
Oysa bu yazının başından itibaren bahsedildiği üzere asıl sorun sağlıkta özelleştirme ve piyasalaşmadır. Yeri gelmişken, yenidoğan çetesi olayında henüz hiçbir özel hastane sahibine dava açılmadığını hatırlatmış olalım. Özel hastanelerin neden ihtiyacından fazla yenidoğan yoğun bakım yatağına sahip olduğundan tutunda özel hastaneler yönetmeliğinde açık madde olmasına rağmen yenidoğan yoğun bakım ünitesinin bir şirkete sözleşme yolu ile nasıl devredildiğine kadar o kadar gerekçe var ki. Bırakın her şeyi bebekler öldürüldü ve hastanelerinin ruhsatı iptal edildi ama vicdanları rahat!
Bu yazıda ifade edilenlerin özeti: “Yenidoğan çetesi” skandalı, sağlıkta özelleştirmenin ve piyasalaşmanın yarattığı etik sorunların çarpıcı bir örneğidir.
Yenidoğan çetesi olayı, sağlıkta özelleştirmenin insan hayatını nasıl riske attığının somut bir kanıtıdır. Sağlık hizmetleri, kâr odaklı bir sektöre dönüştürüldüğünde, tek tek kişilerin niyetinden bağımsız olarak, hasta güvenliği ve etik değerler göz ardı edilmek zorunda kalınır. Hatta bu sağlık işletmeleri çoğunlukla hukuk dışına çıkarak karını arttırmak için çabalamaktadır. Bu nedenle, sağlıkta kamucu politikaları savunmak, sadece bir tercih değil, bir zorunluluktur. Çünkü sağlıklı bir toplum, ancak kamusal ve eşitlikçi bir sağlık sistemiyle mümkündür.