Spartakiyat

Terim belgeseli ya da Türkiye’de neden belgesel yapılamaz

Kaan Kavuşan

I.

Zor iş Türkiye’de belgesel çekmek, kabul ediyorum, o yüzden de çekilemiyor zaten. Çekiliyormuş gibi yapılıyor. Çekilen bir şeyler var, evet, ama bunların pek azına belgesel denebilir. Türkiye’de biyografi de yazılamıyor. Yazılan bir şeyler var ama bunlara da biyografi demeye bin şahit gerek. Kitap eklerini elinize alın bir bakın, içinde eleştiri namına bir şey bulamayacaksınız, hepsi tanıtım metnine dönüşmüş vaziyette birçok yazı göreceksiniz. Ekteki bütün kitaplar müthiş kitaplarmış anlaşılan. Geleneksel medyalar özelinde örnekler müzik, sektör dergileri, spor basını gibi pek çok alana genişletilebilir. Yapılan işin etiketi başka bir şey söylüyor, kendisi başka bir şey.

Bütün bunlara tek bir isim verilebilir: bunlar, PR faaliyetidir. PR’da kusura yer yoktur, her şey tertemiz, bembeyaz bir tablo gibidir. Üstünde benekler olan bir tablo da beyaz tablodur aslında ama PR’da benekler silinir ve tablo karakteristiğinden arındırılır. Oysaki o artık hem tablonun kendisi değildir hem de güzelliği gitmiştir. Ve günümüz Türkiye’sinde, belgesel de biyografi de eleştiri de artık birer PR faaliyetidir.

Bunun politik korkuya dayalı nedenleri olduğu kadar, medyanın kaybettiği güçle de ilgisi var tabii. Konvansiyonel medya her zaman “burjuva basın” oldu, sınıfını bildi ama hiçbir zaman bu günlerdeki kadar doğru söylemeyi boş vermemişti. Rezil olmama ve güveni kaybetmeme kaygısı gütmeye artık gerek kalmadı. Basının kamuoyu yaratma etkisi kayboldukça, kâğıt ölmeye başladıkça bu medyalar devlet desteklerine, bilmem ne ülkesinin vakfı fonlarına mahkûm kaldıkça, kalan iki gram habercilik de PR’a döndü. Söz konusu şirket uluslararası bir şirket bile olsa gazetecimizin, belgeselcimizin içinde olduğu ortam budur, ulusal bir atmosferin içindedir. Tüm dünyada benzer bir süreç işliyor ama Türkiye on at başı önde koşuyor. Uluslararası şirket de kazancına bakıyor. Bu, başka bir yazının konusu ama anlatmak istediğim şey için iyi bir giriş…

II.

Fatih Terim’in kariyerini ve hayatını mercek altına aldığı iddiasındaki Netflix belgeseli “Terim” de büyük ihtimalle platform tarihinin en çok izlenen içeriklerinden biri olacak. Böyle bir figürün ismini kullanmak içerik ne olursa olsun bir medya şirketinin ağzını sulandırır, ne olursa olsun alıcısını bulur. Eleştirdiğimiz gibi PR faaliyeti olsa da izlenir, belgesel olsa da izlenir. Ama bu yeterli midir? Yani alıcı bundan ne kadar tatmin olur bu başka mesele. Her halükârda adını doğru koymak gerekir.

Şurasını baştan söylemek lâzım: Türk futbolunun özellikle son otuz senesinde çok net bir imzası var Fatih Terim’in. Bu hakikatten de gölgelenemez bir başarı. Buna hiç yan destekleyiciler, karşı kutuptan holiganca bahaneler aramaya gerek yok. Saha içinde gördüğümüz şeyler hocanın hanesine yazılacak müthiş başarılar. Son torba takımlığından, yıllar sonra Avrupa Kupası’na gidebilmek, kupa da kupa haniyken UEFA ve Süper Kupa’yı kazanmak, Millî Takım’la Avrupa Kupası üçüncüsü olmak, onca lig şampiyonluğu… Başka bir takımın taraftarı olarak söylüyorum, bu kadar çok sayıda başarı, dış etmenlere asla bağlanamaz. Aksinin iddiası bence biraz somutluğu terk etmek oluyor. Başarı Terim’in kendisinindir.

Ama bu kadar başarılı diye, bir figürün tartışmalı olaydan çekip çıkarılması bir belgesele yakışır mı?

III.

Belgeselin ikinci bölümü UEFA yolculuğunu anlatıyor. Belgeselde gösterilen maçlara göre UEFA Kupası’nın alınmış olması imkânsız. Çünkü Hakan Şükür’ün hiçbir golü yok. Arif’ten hiç bahsedilmiyor. Bu ikisinin FETÖ kaçkını olduğunu biliyoruz zaten, o konuyu “bizim” seyirci olarak kurcalamamız gerekmiyor. Ama belgeselci iddiasındaki biri, Fatih Terim’i karşısına almışken bunu sorar ve cevap bekler. Hakan Şükür’ün gencinden yaşlısına takımda kulağından tuttuklarını Fethullahîlere götürmesine acaba Fatih Terim nasıl bakıyordu? Bunun öğrenilmediği bir belgesel her zaman eksik kalacaktır. Bu saha dışı bir mesele de değil.

Haksızlık yapmak da istemiyorum çünkü Fatih Terim’in de bundan haz ettiğini sanmıyorum ve kendisi bu soruya cevap vermez diye bir şey de diyemiyorum. Politik yollarımız hiç kesişmeyecek olsa bile ben Fatih Terim’de aslında bu cesurluğu görüyorum. Belki de tarihe not düşen bir cevap verecekti, eksiğiyle yanlışıyla. Belki de “o zamanlar biz anlayamıyorduk” diyecekti, ya da “belki de siz öyle diyorsunuz ama sadece Hakan mı, şu şu siyasetçi bu çocukları peşinde sürükleyip Penisilvanya’ya götürüyordu” diyecekti. Belki de ben cesaretine ve açık sözlülüğüne fazla güveniyorum Terim’in; olabilir. Belki bir şey demeyecekti ama mesele bu değil, mesele bu sorunun sorulmamış olması. Sorulduysa da sorulduğunun aktarılmaması.

IV.

Terim’in tartışmalı bir figür sayabileceğimiz Mehmet Ağar’la olan ilişkisi yıllardır bilinir. Buradaki ima bunun sahaya yansıdığı değil, ama bu arkadaşlık Türkiye’nin merak edilen konularından birisi her zaman. Neden bu konu konuşulamıyor?

Mesele sadece politik de değil. Hadi Mehmet Ağar ile olan ilişkisini “saha içini” konu almak vesilesiyle taca çıkarabilirsiniz, Hakan Şükür mevzusunu FETÖ’yü yüceltmek istemedik bahanesiyle hiç konuşmadınız diyelim (ki maharet yüceltmeden hatta mahkum ederek onları belgesele dahil etmekte), peki Bülent Korkmaz niye hiç yok? Hakan Şükür ve arkadaşlarının karşısındaki, cumhuriyetçi figür olarak bilinen Bülent hoca neden konuşmuyor? İlle bu konuda da değil, takım içi meselelerle de ilgili. Fatih Terim’le arası mı bozuk? Bozuksa niye? 1996-2000 devrine de değinen bir belgesel yapılıyor, belgeselde takımın golcüsü hadi anladık yok ama takım kaptanı niye yok? Ben bunları bir şey ima etmek için de söylemiyorum, çünkü bilmiyorum, sadece nasıl sorulmaz bunlar, akıl alır gelmiyor bana. Teklif edilip kabul edilmediyse de not düşersiniz. Ters bir şey söylüyorsa, Fatih Terim’e bunu iletir, cevabını beklersiniz. Belgesel böyle yapılır.

V.

Belgesel seyirciye yeni bilgi vermek zorundadır. Bu belgeselde yeni bir bilgi alabilene aşk olsun. Her gösterilen şeyin yeni olması ve bilinmemesi mümkün değilse de seyirci belgesel izledikten sonra buradan yeni fikirler, yeni bakış açıları, en azından yeni bilgiler edinmelidir. Örneğin Terim’in İtalya macerasına odaklanılan üçüncü bölümde gazeteci Bülent Timurlenk, o dönemki Milan santrforu Inzaghi’nin penaltıyı bilerek kaçırdığını ima ediyor. Bu dedikodu o penaltı atıldığından ve kaçırıldığından beri konuşuluyor zaten. Dünya çapında gösterim yapacak bir Netflix belgeseli, bu konuda Inzaghi’ye gidip penaltıyı bilerek kaçırıp kaçırmadığını telefonla bile olsa soramaz mı?

Bütün bu konularda hangisi devreye girmiştir bilmiyorum. Otosansür veya sansür. Sansür -eğer varsa- hoca tarafından da gelmiş olabilir, siyasi odaklardan da gelmiş olabilir. Ama daha düşük bir ihtimal aslında. Çok büyük bir kısmı otosansür yüzünden böyle bu belgeselin herhalde. Biyografik bir belgesel, kişinin kariyer özeti değildir. Bu belki belgeselin bir parçasıdır ama tamamı değildir.

Uzun lafın kısası, izlediğimiz şeye ben belgesel diyemiyorum. Bir aşk mektubu, bir kariyer özeti, hocanın içini döktüğü bir video… Bunlardan biri, ama belgesel değil. Keşke bir belgesel olsaydı da bir şeyler öğrenerek çıksaydık bu seyirden. Yoksa hoca asabiymiş, dobraymış, otoritermiş, bunları bilip de kabullenmeyen var mı? Ne güzel olurdu bir belgesel izlesek.

Comments are closed.

0 %