Gündem

YÖK’te Hareketlilik

Afitap Kuzgun

Ülkede her kurumun yıllar içerisinde geçirdiği dönüşümü bazen şaşırarak bazen öfkeyle bazen kanıksama ile izliyoruz. Akademi ise çoğu zaman, özellikle de akademisyenlerin kendisi tarafından, bir şekilde bu dönüşümün dışında kalacakmış algısına sahiptir /sahipti. Bunun nedeni de akademisyenlerin genellikle akademiyi siyaset üstü bir konuma yerleştirmeleri, kendilerini ise sadece “bilim yapan, siyasete mesafeli” bireyler olarak görmeleridir. Oysa üniversiteler de diğer kurumlar gibi egemen ideoloji doğrultusunda şekillenen ve zaten akademinin önemli bir unsuru olan öğrencilerden mütevellit gençlik hareketinin merkezinde yer alan kurumlardır. Pek çok akademisyen bu dinamizme de sırtını çevirmiştir. Sonuç ise ne yazık ki, üniversitelerin mekanik bir şekilde bilgiyi aktaran, tartışmadan, eleştiriden uzak, görece sahip olduğu özerk yapısını yavaş yavaş kaybeden, üretmeyen, kendi kendinin tekrarı, hantal bir yapı halini almasıdır.   

Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) da bu hantallığı (!) görmüş olacak ki 05.06.2022 tarihinde üniversitelere resmi bir yazı iletti ve akademisyenleri farklı üniversitelerde görevlendirmeye dayalı bir hareketlilik projesi başlattığını duyurdu. YÖK belirtilen projenin amacını ve gerekçesini de şu şekilde açıkladı: Yükseköğretim Kurulu tarafından; öncelikle 2006 yılından sonra kurulan devlet üniversitelerinde öğretim üyesi temininde güçlük çekilen programlara destek olmak, üniversiteler arasında öğretim elemanı hareketliliğini artırmak ve öğrencileri farklı üniversitelerin öğretim üyeleriyle buluşturmak amacıyla geliştirilen Akademik Hareketlilik Projesi hayata geçiyor.”

Her ilde bir üniversite!

2023 Ocak ayı itibariyle Türkiye’de 206 üniversite bulunuyor, bunlardan 131’i devlet üniversitesi, devlet üniversitelerinin 74’ü ise 2006 ve sonrasında kurulmuş. Muazzam bir hizmet gibi görünüyor. Her ilde bir üniversite! İstanbul Teknik Üniversitesi’nin 2008-2009 Akademik Yılı Açılış töreninde Tayyip Erdoğan’ın “her ilde bir üniversite” müjdesini verdiğini hatırlayalım! 

Bu kadar çok üniversite açılmasının birkaç temel sebebi bulunuyor. Birincisi açılan her üniversite gerek akademik gerek idari kadroları düşünüldüğünde AKP açısından ciddi bir kadrolaşmanın aracı haline gelmiştir. Özellikle 2006 sonrası açılan üniversiteler, mevcut köklü üniversitelerin pek çoğunda ilerici, solcu, sosyalist akademisyenlerin varlığına karşı bir önlem ve AKP kadrolarının gerekli akademik şartları sağlayamamaları nedeniyle köklü üniversitelere yerleşememelerinin bir çözümü olarak düşünülebilir. Akademik kadro ilanlarındaki usulsüzlükler, kişiye özel şartlarla çıkan ilanlar ile ilgili pek çok haber yapıldı, biliyoruz. Ülkenin hangi meslek grubunda yetişmiş iş gücüne ihtiyacı olduğuna bakılmaksızın, plansız bir şekilde açılan üniversitelerde ve bölümlerde gençlerin liseden sonra dört yıl daha okuması ile gençler arasındaki işsizlik ertelenmiş oluyor. Bu kadar çok üniversite açılmasına ilişkin bir diğer sebep olarak da bunu gösterebiliriz. Bir iktidarın yürüttüğü siyasetin sonucu diplomalı işsiz sayısını arttırmak değil, her vatandaşına iş güvencesi sağlayacak kamusal politikalar olmalı. Ancak siyasi vizyonu liberal ekonomi ile sınırlı bir iktidar olunca; bina dikmekten, inşaat yapmaktan başka işten anlamayan bir iktidar olunca, üniversite kurmayı da dikeriz bir dört duvar, hem yandaşlara yarar bu inşaat projeleri hem öteleriz biraz daha işsizliği, olur biter diye düşünmüş olacaklar. 

Fiziksel alt yapı yok, akademik personel yok! Ama akademi bir kültür olarak o dört duvarı aşan bir yapıya sahiptir. Evet, egemen ideolojiden öte, onun üstünde bir kurum olmasa da ufku daha geniştir. Liseden henüz yeni çıkmış, yetişkin yaşamla tanışma, karşılaşma öncesindeki gençliğe yaşam görüşü kazandıran, hayata karşı bir duruş sergilemesine yardımcı bir duraktır. Eee bunu yapabilecek akademisyeniniz yoksa, var olan da sağdan soldan devşirme, birilerinin eşi dostu, akrabası olduğu için o kadrolara girebilenler ise buradan yine bir kültür üretilir, üretilmez değil ama, artık o kurumun adı akademi olmaktan çıkar, başka bir şeye dönüşür. Aslında şu anda mevcut üniversitelerin neredeyse tamamı sahip oldukları tarihsel birikimden uzak, iktidarla ters düşmemek adına pozisyon alan, sadece akademik yükseltmelerdeki performans kriterlerini karşılamaya odaklı bir konumdadır. 

Tebdil-i mekan!

Anlaşılan o ki YÖK, akademiyi dönüştürdüğü bu yeni yapıdan yeteri kadar memnun kalmamış, öğretim elemanı temininde güçlük çekilen programlara destek olmak, öğrencileri öğretim üyeleriyle buluşturmak gibi kılıflar uydurup kendi siyasi hattına uygun olmayan akademisyenleri sürgün etmenin yollarını arıyor. Geçmiş yıllarda da yeni kurulan üniversitelere köklü üniversitelerden destek verildiği örnekler bulunabilir. Ancak bugün gelinen noktada yükseköğretime yönelik plansız uygulamaların yarattığı sonuçları ve bu sonuçların doğurduğu niteliksiz eğitimi bertaraf etme çabalarını görüyoruz bu uygulamayla. Üniversiteler söz konusu olduğunda tartışılması gereken ilk başlıklardan birisi olan özerklik konusu da bu tür uygulamalarla tamamen askıya alınmış oluyor. Özerklik tartışmasının yanında, böyle bir kararın alınmasında üniversiteyi sadece lisans eğitimi veren kurumlar olarak kodlamanın da bir payı olduğunu düşünüyorum. Oysa akademisyenler bulundukları üniversitelerde kurdukları laboratuvarlar, uzun dönemli yürüttükleri projeler, lisansüstü seviyede verdikleri dersler ve tezler gibi lisans eğitiminin dışında önemli yüklere sahiptir. Ne yazık ki akademisyenin araştırmacı kimliği, sorumluluğu göz ardı edilip öncelikle ders veren pozisyonuyla tanımlanması da akademinin işlevi açısından tartışılması gereken bir konudur. Dolayısıyla siz bir akademisyeni bulunduğu üniversiteden başka bir üniversiteye görevlendirdiğinizde bir dizi akademik çalışmaya da engel olmuş oluyorsunuz. Halihazırda akademik bir çalışmayı yürütmek bile sınırlı kaynaklarla bir dizi güçlüğü beraberinde getirirken, özellikle bazı disiplinlerde fiziksel alt yapının, teknolojik gerekliliklerin çok daha önemli olduğu durumlarda, bu çalışmaların devamlılığının nasıl sağlanacağının hesaba katıldığını hiç sanmıyorum.

Yasal sürgün!

Bu projenin gönüllülük esasıyla yürütüleceği belirtilse de Boğaziçi Üniversitesi ve ODTÜ’ye görevlendirme yazılarının gittiği haberlerini okuduk., Boğaziçi’nden üç, ODTÜ’den sekiz akademisyen için alınan bu kararlarda akademisyenlerin ilgili görevleri kabul etmemesi durumunda istifa etmiş sayılacakları belirtiliyor. Bu durumda gönüllülük bunun neresinde! Her ne kadar 2009 yılında tıp fakültelerinde de benzer görevlendirmelere karşı Türk Tabipler Birliği’nin (TTB) açtığı dava sonucunda yürütmeyi durdurma kararları bulunduğu belirtilse de mevcut proje dahilinde yapılan görevlendirmelere itiraz etmeleri halinde akademisyenleri ne tür baskıların bekleyeceğini bilemiyoruz. 

Akademinin kendiliğinden bir başkaldırısı barındırdığı nesnellik dolayısıyla çok olası görünmese de ilerici, solcu, sosyalist akademisyenler olarak tartışmamız gereken ve birlikte hareket etmemizi dayatan bir sürecin içerisindeyiz.

Comments are closed.

0 %