Dosya

OHAL’de seçimler

Ömer Faruk Eminağaoğlu

Çağdaş demokrasinin gereği olarak seçimlerin, siyasi partiler arasında eşit yarışma koşullarının sağlanarak yapılması gerekiyor. Seçmenlerin iradesinin de serbest ve etki altında kalmadan sandığa yansıması zorunlu. Ortaya sadece sandığın konulması yeterli olmayıp, demokratik ortamın da varlığı olmazsa olmaz.

Türkiye’de, 6 Şubat 2023 tarihinde Cumhuriyet dönemindeki en büyük deprem felaketi yaşandı. Bu afet halinden 11 il ve yaklaşık 13 milyon nüfus etkilendi.

Cumhurbaşkanı ve milletvekili seçimlerinin, erken seçim kararı alınmadığı ve bir savaş durumu da söz konusu olmadığı için, en geç 18 Haziran 2023 tarihinde yapılması Anayasal bir zorunluluk. 

Yapılacak seçimde Cumhurbaşkanı adayı da olacağını açıklayan Cumhurbaşkanı Erdoğan, afet halinden hareketle deprem bölgesinde 8 Şubat 2023 tarihinden geçerli olmak üzere üç ay süreyle OHAL ilan etti. OHAL kararı, TBMM’de oy çokluğu ile kabul edildi.

Deprem bölgesinde yapılacak çalışmalar Anayasa ve ilgili mevzuat uyarınca OHAL ilan edilmeden yürütülebilecek iken, OHAL ilan edilmesi Cumhurbaşkanının Anayasa’da yer alan sınırlamalara bağlı kalmaksızın bütün hak ve özgürlükler konusunda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarmasına zemin yarattı. Bir başka ifade ile Cumhurbaşkanı, bu konularda TBMM’nin tüm yetkilerine sahip gibi hareket edebilecek.

Anayasa uyarınca OHAL kararnamelerinin iptali istemiyle Anayasa Mahkemesine iptal davası açılamıyor. OHAL kararnameleri, OHAL’in gerektirdiği konularda çıkartılabiliyor. 

Anayasa Mahkemesinin yerleşik kararları gereğince, adı OHAL kararnamesi de olsa, içeriği OHAL gereklerine uygun olmayan OHAL kararnameleri geçmişte hep esas yönünden incelendi ve iptal edildi. Anayasa Mahkemesi, 15 Temmuz döneminde çıkartılan OHAL kararnamelerinin iptali konusunda yapılan başvurularda ise, bu yerleşik kararlarından dönerek, içeriğinin OHAL gereklerine uygun olup olmadığına bakmaksızın, adı OHAL Kararnamesi olan kararnamelerin iptali başvurularını hep sadece bu kararnamelerin adına bakarak hep reddetti. OHAL kararnamesi çıkaran irade, bu kararnameler adı altında artık bu kararnamelerin içeriğinde, hiçbir sınır tanımadan, her konuda düzenleme yoluna gitti. Bu durum, OHAL kararnamesi adı altında kararname çıkaran iradeyi adeta Anayasayı askıya alan bir güç haline dönüştürdü.

2014 ve 2018 yıllarında halk tarafından iki kez cumhurbaşkanı seçilen Erdoğan’ın, TBMM erken seçim kararı almadığı için, 2023 yılında yapılacak seçimlerde üçüncü dönem görev yasağı nedeniyle Cumhurbaşkanı adayı olabilmesi hukuksal olarak mümkün değil. AKP, demokratik ve laik Cumhuriyete aykırılığın odağı olduğu 2008 yılında Anayasa Mahkemesi kararı ile tesbit edilmiş bir parti. Yine AKP, bu karardan sonra söz konusu aykırılıklarını ortadan kaldıran değil, aksine artıran bir parti. AKP’nin böyle bir parti olduğunu gözetince, partili cumhurbaşkanı Erdoğan’ın hele de bu durumuna rağmen, Anayasa Mahkemesinin yeni kararlarını gözetince seçimler öncesi adeta Anayasayı askıya alabilecek derece OHAL kararnamesi çıkarma yetkisi ile donatılması, bu tek adam rejiminde Türkiye’nin sivil bir dikta rejiminin yönetimi altında seçimlere gitmesine yol açtı.

2017 yılında yapılan Anayasa değişikliğinde, OHAL kararnamelerin üç ay içinde TBMM’de kabul edilmemesi halinde yürürlükten kalkacağı yolunda hüküm getirilmiş ise de, aynı konuda, aynı içerikte ikinci bir OHAL kararnamesi çıkarılması yasağı getirilmediğinden, bu konuda 2017 öncesine göre değişen bir durum ortaya çıkmadı. 15 Temmuz sonrası çıkarılan OHAL KHK’larını hatırlayınca, mevcut anayasal durum, özde o dönemden farklı değil.

Yüksek Seçim Kurulu, Cumhurbaşkanı adaylığı başvurularını kabul edecek ve adaylık koşullarını inceleyecek, seçimlerin doğruluk, dürüstlük ve tarafsızlık içinde yapılmasını sağlayacak bir anayasal organ. Yüksek Seçim Kurulu’nun AKP döneminde aldığı kararlara bakınca kararları AKP’nin beklentilerinden uzak olmadı. Partili Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın adaylığı yolunda yapılan açıklamalar, Yüksek Seçim Kurulu’na daha şimdiden anayasa tanımazlık içinde adaylığını kabul ettirme iradesinin dikte edildiğini gösterdi.

Deprem felaketi, Anayasada güvence altına alınan bütün hak ve özgürlüklerin, OHAL bölgesinde OHAL kararnameleri adı altında sınırlamanın bir fırsatına dönüştürüldü. Sadece deprem bölgesi için OHAL ilan edilmiş ise de, baskıcı idare ve bağımsız olmayan yargı da gözetildiğinde, iktidarın uygulamalarına bakınca, OHAL’in ve iktidarın iş ve işlemlerinin etkileri ülke geneline yayılmış, denetlenemez hal almıştır. Hukuksal güvencelerin, demokratik hak ve ortamın denetimsiz biçimde sınırlandırılabileceği bir ortamda, serbest ve eşit yarışma içinde bir seçimlerin varlığından söz etmek elbette gerçekçi değil. 

2017 halkoylaması ve 2018 seçimleri, ülke genelinde geçerli olan OHAL altında yapıldı. Gerek halkoylaması ve gerekse seçimlerin sonuçları, Yüksek Seçim Kurulu kararlarının tarafsızlıktan uzak olduğunu o dönemde bir kez daha gösterdi. 15 Temmuz sonrasında ilan edilen OHAL döneminde çıkartılan KHK’lar yasalaştırılınca, OHAL zaten fiilen süresiz hale dönüştü. AKP iktidarının varlığı ve uygulamaları, ayrıca fiilen bir olağanüstü hal yönetiminden farksız durum yarattı. Bu tabloda OHAL içinde yapılmasa da, 2019 Mart ayındaki İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimlerinde de, Yüksek Seçim Kurulu üzerinden seçimlerin tarafsızla yönetilmediği bir kez daha görüldü.

Türkiye’de Anayasa uyarınca güvence altına demokrasinin gerekleri ve bunun yetersizliği bir yana, bir de baskıcı iktidar ve koşulları oluşmadan ilan edilen OHAL söz konusu olup, bu ortamda seçimlere gidiliyor. Her ne olursa olsun iktidarı kaybetmek istemeyen ve bunun için başvurmadığı yol kalmayan bir AKP iktidarını düşünürsek, ortaya sadece bir sandık konulması seçimin varlığı için yeterli görülür hale geldi. Demokratik bir ortamın varlığı olmadan, sadece sandığın varlığı demokrasinin yaşanması ve yaşatılması için mümkün olabilir mi…

Comments are closed.

0 %