Sis Çanı

Kemal Tahir çıkmazı…

İshak Muhaciroğlu

Bu yılki Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülleri vefa ödülü romancı müteveffâ Kemal Tahir’e verildi. Yakın tarihin edebiyat ve fikir dünyasını en çok etkileyen isimlerden biri olarak gördükleri Kemal Tahir’e verdiklerini anlatan Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Kendisi hakikati arama konusundaki merakı, cesareti, gayreti ve azmiyle pek çok aydınımıza ilham kaynağı olmuştur. Yaşadığı dönemde Osmanlı’yla, Cumhuriyet Türkiye’siyle, Anadolu’yla, toplumla ve siyasetle ilgili ezber bozan yaklaşımlarını bedel ödemekten çekinmeyerek ortaya koymuştur. ‘Türkiye’nin ruhunu arayan adam’ denilecek derecede derinlikli çalışmalarıyla bugün de yararlandığımız pek çok tahlile imza atmıştır” dedi.

Kemal Tahir üzerine söyleyeceklerimiz yeni sayılmamalıdır ve tabii bir makalenin sınırlarını hayli aşar. Ne ki, Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülleri vefa ödülü ile “gündeme” geldiği için bu yazımızda birkaç hatırlatma yapmak isteriz. Kemal Tahir’in bu teorik, siyasi eğilimlerini dair en önemli çözümlemeler Prof. Dr. Yalçın Küçük tarafından yıllar önce, 1980 Temmuzunda Sosyalist İktidar dergisinde Ahir Zaman Peygamberi Ebu Cahil Kemal Tahir başlıklı makalesinde etraflıca ele alındı, hâlâ güncel ve kıymetli olduğunu düşünüyor ve okunmasını öneriyoruz (Küçük 1980:17-46).

Osmanlılılarda Batıcılık/Batılılaşma fikri Kemal Tahir’in şaşılacak düzeyde dağınık düşüncelerinde önemli bir yer işgal eder ve şeytanlaştırılır. Batılılaşma Osmanlı için bir çıkmazdır, Batıcılık ve Batılılaşma kavramı kesinkes bütün olumsuzluların bütün kötülüklerin kaynağıdır. Bu düşüncesini dört başlıkta açıklar 1- Batı Çıkmazı Osmanlı’nın bir yerden sonra dünya şartları yüzünden, kendisini bütün gayretiyle soktuğu ölüm çıkmazıdır da 2- Batı Çıkmazı Osmanlı’nın başına gelen en büyük bahtsızlık, daha doğrusu en büyük beladır. 3- Batı Çıkmazı, üstünden ne kadar durulsa, sosyal kepazeliğinin açıklanmasına yetmeyecek bir sosyal alçaklıktır. 4- Batı Çıkmazı Osmanlı’nın en sosyal, en kişisel dramıdır(Tahir 1991:113). Batılılaşma düşüncesiyle hesaplaşılmalıdır. Acaba hangi davranışımız yerli gerçeklerimize uygundur, hangileri [davranışlar] Batı kitaplarının, Batı etkisinin baskısı altındadır? diye sorar.  Zira geri kalmışlık, az gelişmişlik, sömürge, komprador gibi ideolojik ve siyasi kavramlar “laf”tır, genellemedir, Batının yutturmacasıdır bu laflar “bizim” icadımız değildir (Tahir 1989:33). Tahir’in bakış açısıyla Batılaşmaya yönelenler, hele ki bunların her zümreden yüksek rütbeli kapıkulları, ayrıca devlet gücünü de ellerinde kırbaç gibi kullanabildiklerinden doğru söyleyenleri tepelemişlerdir. Köpekleşenlerin namussuz yalanlarıyla yalanarak ortalığı büsbütün karıştırmışlardır. Bunların çoğu okur-yazarın kara cahilidir, vatan haininin budalasıdır, hırsızın da sefili olduklarından cahilliğin, budalalığın rastlantıyla tutabilecekleri doğru yollara tesadüfen de olsa katiyen sapmazlar. İki yüz yıldan beri batılaşma, düşmanların dilediği üzere işletilmiş, sonunda dünya İmparatorluğumuzu batırdıktan başka, bizi, bütün tarihsel deneyimlerimize rağmen kendi kendimize düşman kesilmiş hale getirmiştir (Tahir 1989:100).

Batılılaşma hareketleri üç döneme ayrılıyor, Birinci dönem (1789-1880), İkinci dönem (1908-1918), Üçüncü dönem 1923. Bu üç dönemde Batılılaşma hareketleri içinde yer alan aydınlar Kemal Tahir’in nişan tahtasındadır. Örnek olsun; Kemal Tahir’e göre Ahmet Rıza’nın (1858-1930) [ki Ahmet Rıza devlet memuru, “profesyonel ihtilalci”,  mebus, sürgündeki Jön Türkler’in en ünlüsüdür (Ahmad 1999:218)] bütün çabaları Türkiye’yi, diğer devletlerle eşit olduğu fikrini de kabul ettirerek batı akımına sokmaktır. Ahmet Rıza, halka güvenmez, otoriter devlet fikrini kabul etmez bir politik kişiliktir ve bu tavrı da geri kalmış memleketlerdeki Marksizm- Leninizm’in yerini tutmuştur (Tahir 1991:87). Hürriyetçiler de Tahir’in gazabına uğrar, zira onların da siyasi hayattaki onursuz yerleri üzerinde de ayrıca durulmalıdır. Bu düşünce akımındaki en haysiyetsiz de Ahmet Rıza ile doktorların kurduğu haydut çetesidir (Tahir 1991:110). Kemal Tahir’in bu kadar hakareti nasıl olup da edebildiğinin sorusunu herhalde psikiyatristlere sormak gerekir. Kemal Tahir’in siyasal eleştiriyi çok aşan nefret ve hakaret söylemi Batılılaşma hareketlerinin üç döneminde de yer alan aydınları kapsıyor. Bunlardan biri de eleştirmen Nurullah Ataç’tır. Türk düzyazısı, birçok milli varlıklar gibi Tanzimat’ın getirdiği milli felaketin hışmına uğramış, yazı dilinin temel kuralları, Batı düşüncesi kalıplarından başka bir şey olmayan kozmopolit bir yazı diliyle değiştirilmek istenmiştir. Bu verili girişimin faili Nurullah Ataç’tır bu girişimler uydurmadır, gereksizdir, gayri millidir. Kara cahil bir batılaşmacı olan Nurullah Ataç’ın gayretiyle rezillik uçurumun kıyısına kadar da sürmüştür. Nurullah Ataç, batılaşmayı yanlış bile değil, hiç anlayamamıştır, sömürgeci ajanlığına gönlünü kaptırmış bahtsız vatandaşlarımızdan biridir. En basit dilbiliminden habersizdir (Tahir 1995:187). Sadece Nurullah Ataç mı? Eski millî eğitim bakanı, Köy Enstitüleri’nin kurucusu. Hasan Âli Yücel de hışmında kurtulmaz Kemal Tahir’in. Hasan Âli Yücel’in Eğitim Bakanlığı döneminde gerçekleştirdiği Dünya Klasiklerinin Türkçeye tercümesine de itiraz eder. “Tarihle ilgisini kesmesi bir toplumun aslını inkâr etmesidir. Bin beş yüze yakın kitap çıkarmış Hasan Ali Yücel denen adam! Osmanlı klasikleri yok içinde.”

Bununla beraber Tahir, Tanzimatın getirdiği yeniliklere de toptan karşıdır. Tanzimat, Hıristiyan tebaa ile hâkim unsur olan Müslümanlar arasında eşitlik sağlayamamıştır. Yerini daha kötü ezilen Hıristiyanlara sürekli olarak yanıp yakılmak, başkaldırmak, dıştan yabancı kuvvetleri imdada çağırma fırsatı vermiştir. Tanzimat Devleti Osmanlı sayılmamalıdır Batılaşmacılar toplumun tarihsel geleneğine gelişimine uymayan bir yabancı sistem teklif ediyorlardır. Bünyenin aralıksız reddettiği bir ölüm (intihar) sistemidir bu… İlerici geçinen Batılaşmacılar, Anadolu Türk toplumunun tarihsel gerçeklerini görmezden gelmişleridir ve hiçbir aklî kurtarıcı fikir (Yol) gösterememişlerdir. Batı Emperyalizmi tarihinde becerdiği en büyük marifet, Osmanlıları batılaşma fikrine yatırmaları ve bu öldürücü fikre onları gönüllü olarak koşabilmeleridir. Osmanlı sisteminde, hiçbir özür, hiçbir baskı, bir Osmanoğlunu Batılaşmaya yatıramamalıydı. Bu ailenin asıl delileri, serserileri, kendi hainleri 1700’den bu yana görülmüştür.

Kemal Tahir’in hezeyanı bir noktadan sonra sınır tanımıyor bendini aşıyor ve sıra Batılaşma meselesinde sosyalistlere geliyor. Tahir’e göre Osmanlıların uygulamaya çabaladıkları namussuz Batılılaşma yasalarıyla tutulacak bütün sosyalist yollar, aynı vatan hainliğine çıkacaktır. Böyle sosyalist yollar millet tarafından daha başlangıçta reddedilmiştir, toplum bunu şuurla değil, sezgiyle anlamıştır. Osmanlı Batılaşmacıları gibi, aynı yasalarla sürüklenen Türk sosyalistleri de, yarı yarıya aptallardan, yarı yarıya da satılmışlardan meydana gelmektedir. Bunların [sosyalistlerin] şimdiye kadar güçlü sosyalist teoriyle ve bunu kullanarak Türk halklarıyla ilinti kuramamalarının nedeni buradadır (Tahir 1991:183). Zaten Genç Osmanlılarla, Jön Türklerin yaşadıkları zamanda batıyı ihtilallerle sarsan Marksizm’i görmezden gelmeleri bu dünya görüşünün marksizmin din unsurunu, uyuşma bilmez bir sertlikle reddetmiş olmasındandır (Tahir 1991:82).

Tahir’in düşüncesine göre laiklik Türk toplumuna içkindir bunu görmezden gelerek laisizm yapmaya kalkmak da eğer bir çeşit şuurlu emperyalist ajanlığı değilse düpedüz bilgisizliktir. Zira Anadolu halklarının ezici çoğunluğunun (İslam Dini) kendine özgü bir anlayışına sahip olduğunu, hiçbir Anadolu Türk Sosyologu, tarihçisi, felsefecisi, politikacısı görmezlik, edemeyeceğini söyler. Yobazlığın tarih içinde sürekli yenilgisi ilericilerin gücünden değil, yıkılmakta olan bir düzeni kurtarabilmek için hiçbir yapıcı fikir ve plan ileri sürememelerinden, küçük, dar, yakın kişisel çıkarlar ardında sürünmelerinden ileri gelmektedir. Tahir,  hem ilericileri hem de gericileri aynı kefeye koymakta beis görmez; ilerici geçinen Batılaşmacılar da, Anadolu Türk toplumunun tarihsel gerçeklerini görmezden gelmişlerdir ve hiçbir rasyonel kurtarıcı fikir (Yol) gösterememişlerdir. Böyle· olunca onları sosyal – ekonomik bakımdan güçlü saymak yanlıştır. Anadolu Türk Halklarının gerçek dindarları kendilerinin de içinden çıktıkları bu halkların İslamlığa, tarihinde görülmemiş hoşgörüyü getirerek büyük bir ilerilik sağladığı akıllardan hiç çıkarmamalıdır, bütün kökü dışarıda aldatmacaların vatan, millet, din düşmanlarından geldiğini unutmamalıdırlar (Tahir 1991:107).

Kökü dışarıda aldatmacalar, vatan, millet, din düşmanları… Yanlış okumadınız, bu satırlar 6. Sınıf Din Kültürü ve Ahlak Bilgisinde de var;  ama Kemal Tahir yazmış.

Ona göre sosyalizm de yerli olacaktır, roman da yerli olacaktır, aydınlar da sanatçılar da, eleştirmenler de yerli olacaktır! Yalçın Küçük, Kemal Tahir için Ahir Zaman Peygamberi demişti eh taraftarları da olacaktır. Öyle sıkı bir Kemal Tahir taraftarı olan yönetmen Halit Refiğ “Ulusal Sinema Kavgamız” adlı kitabında Sinematek’in kuruluşuyla (1965), CIA ajanı General Porter’ın Türkiye’ye gelişi arasında bağlantı kurmak gibi ipe sapa gelmez, saçma sapan şeyler ileri sürebilecektir (Kutlar 1985:15).

Pehlivan tefrikalarının günahı neydi?

Edebi açıdan bakıldığında Kemal Tahir’in romanlarına yönelik eleştirinin yerini bir kutsama görülür. Çok yönlü eleştirmen Fahir Onger Kemal Tahir’in Kurt Kanunu romanı üzerine yazdığı eleştiri yazısı Kemal Tahir’in romanlarında tarihsel olguların nasıl birbirinden koparıldığına, nasıl baş aşağı çevrildiğine, çelişkili ve sübjektif olduğuna ilişkin güzel bir örnektir: “Gerçek şudur ki Anadolu halkı, Kurtuluş Savaşı’yla  “ulus” olmak bilincine ermiştir. Ulusluk anlayışı burjuvazinin bir ürünüdür. Kurtuluş Savaşı tarihsel zorunluluk gereği burjuvazisini getirecektir. Mustafa Kemal Paşa bütün gücüne karşılık gene de bir toprak reformunu yapamazdı. Hele sosyalist bir düzene asla geçemezdi. Biçimsel olarak, yapmaya kalkışmış olsaydı tüm kapitalist güçler tepesine çökerdi kuşkusuz. Rusya’daki devrimin bir gelişimi vardır. Rusya’yı örnek göstermek isteyenler tarihsel gelişmelerin iki ülkede ayrı koşullar altında geliştiğini bilmiyorlar demektir. M. Kemal Paşa, ancak bir burjuva devrimi yapabilirdi (Onger 1970:380). Prof. Dr. Tahsin Yücel de Kurt Kanunu romanı üzerine Fahir Onger ile benzer düşünmektedir. Öyle anlaşılıyor ki yapıtını tamamlayıp da Türk tarihinin tüm evrelerini “yeniden” yorumladığı zaman, Kemal Tahir bunca düşünürün, bunca bilim adamının, bunca politikacının hiçbir zaman gerçekleştiremediği bir işin üstesinden gelmiş olacak, bizim de gösterdiği ışığa doğru yürümekten başka bir yapacağımız kalmayacak. Böylesine güç bir işlev roman yoluyla gerçekleştirilebilir mi? Belki de. Ama “Evet, gerçekleştirilebilir”, dediğimiz anda, roman türüne fazlasıyla değer verdiğimizi kesinlemiş olacağımıza göre, kendi kendimizle çelişkiye düşmek istemiyorsak, etkili roman yazma yolunun doğru dürüst roman yazmaktan geçtiğini benimsememiz gerekir. Kemal Tahir işte bu inanca uymaz bir türlü, ya da uyamaz: tarihsel roman aracılığıyla geçmişimize ve geleceğimize ışık tutmak ister, ama iki satır önce söylediğini iki satır sonra yalanlamaktan kurtulamaz. Böyle olunca da yapıtında ne tutarlılık ne gerçeğe benzerlik: kişiler kendi kendilerini, bölümler birbirlerini yalanlayıp durur (Yücel 2009:104).

Prof. Dr. Tahsin Yücel, Kemal Tahir’in diğer bir romanı Devlet Ana’yı eleştirirken Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Yaban, Abdülhak Şinasi Hisar’ın Fahim Bey ve Biz, Yaşar Kemal’in Ortadirek yapıtlarının yayınlanmasından onca yıl sonra [Devlet Ana’nın ] romancılığımızda bir aşama olarak değerlendirilmesine karşı şaşkınlığını dile getiriyor. Neden “dev esermiş”, neden “gerçek bir Türk romanı”ymış Devlet Ana? sorusunu soruyor. Romana ya da tarihsel roman yeni boyutlar mı getirmiştir? Hayır, gününü doldurmuş bir tür içinde yer aldığı göz önünde tutulmadan “gerek öz gerek biçim bakımında Batı romanından ayrı bir özellik taşıdığı” söylenen bu yapıt romanımızda bir aşama oluşturmak şöyle dursun, başarılı tarihsel bir roman bile değildir, çünkü iki de bir ışık tutmak savında olduğu tarihe bile ters düşüyor. Devlet Ana’da Kemal Tahir, düş kırıklığına uğratır bizi: yeni bir anlatıma, özgün bir dilsel yapıya, hele hele çarpıcı bir imge örgüsüne ulaşmak şöyle dursun, anadilini doğru dürüst kullanabilen bir yazar bile değildir. Ayrıca şunu soruyor Tahsin Yücel, gerçek Türk romanından [Devlet Ana’dan] söz etmek için neden Devlet Ana’yı beklediler? Pehlivan tefrikalarının günahı neydi?(Yücel 2009:97-100-102).

Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülleri vefa ödülünün Kemal Tahir’e verilmesinde şaşılacak bir şey yoktur. Zira bir adım geriye çekilip dikkatlice bakıldığında Kemal Tahir’in Osmanlılık, Bizans, Cumhuriyet, Batılılaşma, Doğuculuk, İslamcılık, Yerlilik, Millilik vs. gibi konularda AKP iktidarıyla “benzer” ideolojik, tarihsel siyasi düzlemde olduğunu görmek zor değildir.

 

 

Kaynakça

Ahmad, Feroz. 1999. İttihat ve Terakki 1908-1914. İstanbul: Kaynak Yayınları.

Kutlar, Onat. 1985. “Tarihsel gelişme hükmünü veriyor”. içinde …Ve Sinema. İstanbul: Hil Yayın.

Küçük, Yalçın. 1980. “Ahir Zaman Peygamberi Ebu Cahil Kemal Tahir”.

Onger, Fahir. 1970. “Kemal Tahir’in sav görünümlü safsataları üzerine notlar”. Türk Dili Dergisi Sayı: 221.

Tahir, Kemal. 1989. Notlar/Sanat Edebiyat 1. İstanbul: Bağlam Yayınları.

Tahir, Kemal. 1991. Notlar/ Roman Notları 2 – Batı Çıkmazı. İstanbul: Bağlam Yayınları.

Tahir, Kemal. 1995. Kemal Tahir’in sohbetleri. İstanbul: Emre Yayınları.

Yücel, Tahsin. 2009. Yazın ve Yaşam. İstanbul: Can Yayınları.

 

 

Comments are closed.

0 %