Çeviri

José Saramago 100 yaşında: Evrensel Yazar, Nisan Devrimi’nin Aydını, Komünist Militan

(Azinhaga’da José Saramago anısına düzenlenen toplantıda Portekiz Komünist Partisi Genel Sekreteri Jerónimo De Sousa tarafından yapılan konuşma https://www.pcp.pt/ sitesinden Yeni Ülke Yayın Kurulu Üyesi Demir Silahtar tarafından Türkçe’ye çevrildi).

Nobel Edebiyat Ödülü sahibi José Saramago’nun doğumunun 100. yılını, Portekiz Komünist Partisi (“PKP”) ‘nin kendi programıyla ve tüm ülke çapında öne çıkarmayı hedeflediği “evrensel yazar, Nisan Devrimi’nin entelektüeli, komünist militan” sloganıyla kutlamakta olan inisiyatiflerin yol haritası oldukça uzun.

Bu muazzam ve eşsiz edebi külliyatın yaratıcısı José Saramago’yu burada, Azinhaga’da, onun doğumuna tanıklık eden, her zaman sevdiği ve asla unutmadığı bu topraklarda anma günü geldi. Hem kendisi hem Portekiz edebiyatı hem de ülkemiz açısından  büyük önem taşıyan o Nobel ödülü töreni için Stockholm’e götürdüğü ve hayatları diğer insanlarınkinden, çalışacak bir çift kol dışında kendilerine ait çok az şeyi olan çoğunluğunkinden hiç de farklı olmayan yakın akrabalarının şahsında Azinhaga halkının zorlu hayatını beraberinde taşıdığı bu topraklarda. Ki bu Azinghaga’da bir avuç azınlık için -büyük çiftlikler ya da malikanelerdeki zengin yerli burjuvazi için- alabildiğine bol olan toprak, halkın büyük çoğunluğu için kıt ve de nadirdir.

İki yaşında ailesiyle birlikte Lizbon’a gitmek için ayrıldığı ve sonra da kendi tabiriyle “doğumunu tamamlamak” için geri döndüğü yer işte bu dünyadır. Ergenlik yıllarının başlarına kadar gelip giderek ilk adımlarını buralarda attı ve yetişkinliğe burada erişti.

Büyükannesi Josefa ve büyükbabası Jerónimo’nun ona defalarca kol kanat geren mütevazı evlerinde kaldığında, hayata sınıflara bölünmüş bir dünyanın adaletsizliklerini gören ve bunlara kayıtsız kalmayanların merceğinden bakmak için buralarda yeterince zaman geçirdi ve bir komünist militan olarak daha sonra edineceği kimlik de bu adaletsizliklerin nedenlerini, onları yenmenin yolunu ve çözümlerini daha iyi, daha ileri ve daha derinden görmesini sağladı.

Aslında, insani olan hiçbir şey José Saramago’nun yaratıcı sürecine yabancı değildir. Bu yapıtlarda acılı, trajik, neşelendirici, çelişkili, parlak veya karanlık olan ne varsa hepsi barınır ve José Saramago tarafından ülkemizin en hünerli kaleminin ustalığıyla betimlenir.

Yazılarında, Küçük Anılar‘da betimlediği bu dünyayı ve hem oradan hem de hayatın ona köyünün ufkunun ötesinde gösterdiklerinden hareketle bu dünyanın kötülüklerini ve insanlığın büyük sorunlarını duyarlı ve derinden insanî bir bakış açısıyla yansıtır ve sorgularken diğer yandan da başka bir düzlemde, kendisinin dünyaya gelmesinden bir yıl önce insanın insan tarafından sömürülmesine son verme hedefiyle ortaya çıkmış olan bir kollektifin – mensubu olduğu uzun ömürlü ve ebedi Parti’nin aktif bir politik öznesi olarak sürdürdüğü hayatında da aynısını yapar.

Bu açıkça üstlenilen ve asla gizlenmeyen bir kimlik olmakla birlikte, onun olağanüstü ve herkesçe tanınmış eserini, var olmayan bir “parti estetiği” ile bağlantılı olarak vücuda getirdiği anlamına da gelmiyordu.

Yalnızca hayata dair bilgisinin berraklığıyla kendisine ve küçük, mütevazı evrenine nasıl bakacağını bildiği için değil, aynı zamanda torununun hayal kurmasını ve anlattığı hikayelerle kafasında diğer gerçek ve hayalî dünyaları inşa etmesini de sağladığı için, büyükbaba Jerónimo’nun şahsında dünyanın en bilge adamını keşfetmek bakımından buralarda yeterince zaman geçirdi. 

Almonda ve Tagus [nehirlerinin] sularıyla kendisi arasındaki bu derin ve unutulmaz ilişkiyi kurmasına yetecek kadar buralarda yaşadı. Bir zamanlar tertemiz akan o akarsularda yunup yıkandı ve yelken açtı. O sıralar henüz delikanlılık çağındaki Saramago’nun şiirinde, daha doğrusu Ön Şiirinde türkü yaktığı ve işte burada buluşup birleşen, köyünün de kendisine ait bildiği o akarsulardır.

Buralarda, o devrin zorlu yürüyüşlerinin ve kısa gecelemelerinin dikenli patikalarını deneyimlemek ve böylece Manuel amcasıyla birlikte Santarém panayırına -onun büyük ve belki de yegane hazinesi olan- yarım düzine domuz yavrusunu götürmek için yetip de artacak kadar zaman geçirdi.

Tıpkı Elvira Teyze’nin ona verdiği ve hayatı boyunca onu biçimlendirecek olan o ders gibi, var olmak ve yaşamakla ilgili dersleri öğrenmek için yeterince yaşadı buralarda. Teyzesi, genç adamı korkusundan titreten bir dış tehdit karşısında ona “sakın geri adım atmayasın” diyerek kafa tutmayı, kaçmamayı öğretmişti. Saramago, tehdidin karşısında dikilerek ve korkusunu yenerek geri adım atmadı. Biz de geri adım atmayacağız, tıpkı en büyük tehlikeler ve şantajlarla yüzyüze kaldığımızda asla geri adım atmadığımız, daima mücadele ettiğimiz ve daha adil ve daha insancıl bir ülke için verdiğimiz bu en büyük kavgadan vazgeçmediğimiz gibi.

Cesaret geçmişte de eksik olmadı gelecekte de eksik olmayacaktır. Bugün en çok, güç ve servetin efendilerinin, onların peşinden gitmeyen ve halkı soyup soğana çevirirlerken onlara hizmet etmeyen herkesi aforoz etmekten başka bir amacı olmayan günümüz engizisyoncularının karşısına dikilmeye hazır yeni savaşçıları yetiştirmek ve çoğaltmak için cesarete ihtiyaç var. Bu sözde otoriteler tarafından dikte edilen ve dayatılan el kitabına karşı çıkmaya cesaret eden ya da sadece onların bencil çıkarlarının üzerinde hak iddia ettiği bir halktan veya bölgeden olduğu için kin ve nefret demirleriyle damgalanan herkesi taciz eden yeni sansürlerin gündeme getirildiği içinde yaşadığımız bu tehlikeli zamanlarda, kültüre erişim hakkı için verdiğimiz mücadelede de cesaret gerekiyor.

Arka planında kapitalizmin şiddetli yapısal krizinin ve onun sömürücü, baskıcı, saldırgan, yağmacı ve aynı zamanda gerici karakterinin derinleşmesinin durduğu kaygı verici bir durum bu.

PKP gibi onların tahakkümlerine ve iktidarlarına karşı kendilerini bir alternatif olarak koyanları vurmayı amaçladıkları pek çok aşağılayıcı suskunlukların ve küfürbaz ve de sinsi taklitçiliklerin üstesinden gelmek için cesaretimiz eksik değildir ve olamaz.

Evet, güç ve servetin efendileriyle ve onlara hizmet eden egemen siyasi iktidarla yüzleşme cesaretinden söz ediyorum. José Saramago’nun bu iktidara açıkça adını koyduğu eleştirisi, etkileyici bir şekilde güncelliğini bugün de koruyor: “birileri görevini yerine getirmiyor. Hükümetler bilmedikleri, yapamadıkları ya da yapmak istemedikleri için bunu yerine getirmiyorlar. Ya da dünyayı fiilen yönetenler, baştan aşağı anti demokratik güçleriyle demokrasi idealinden geriye ne kalmışsa onu da hiç eden çokuluslu ve kıtalararası şirketler buna izin vermediği için.” Ya da şu açıklamaları: “Aslında bugün ‘sosyalist hükümet’, ‘sosyal demokrat hükümet’,  ‘hıristiyan demokrat hükümet’, ‘muhafazakar hükümet’ veya ‘liberal hükümet’ demek ve bunu ‘iktidar’ olarak adlandırmak estetik ameliyat gibidir; olduğuna inandırıldığımız yerde değil, bambaşka ve ulaşılmaz bir yerde – ekonomik gücün olduğu yerde bulunan bir şeye isim koymaya çalışmaktır.

Ülkemize kim bakarsa baksın bundan farklı bir gerçeklik görmüyor. İktidarın herhangi bir alternatif olmaksızın PSD (Sosyal Demokrat Parti) ile PS (Sosyalist Parti) arasında birbiri ardına dönüp durduğu on yıllar boyunda da görülmedi. Bugün, kendisini sosyalist olarak adlandıran oysa gerçekte daima olduğu gibi aynı çıkarların – büyük sermayenin çıkarlarının hizmetinde olan hükümette de görülmüyor.

Ama José Saramago burada, Azinhaga’da; yetmiş seksen yıl önce Infantado arazilerinin dağıtılacağının vaat edildiğini oysa toprakların halka asla verilmediğini, halkın yalnızca mevcut latifundianın serbestçe sürdürülmesi ve zaten hali vakti yerinde olanların servetlerine servet katmaları için hizmetkarlık etmekten başka bir şey yapamadığını kulaktan kulağa işitmesine ve daha sonraki çalışmalarında ve eserinde işlemesine yetecek kadar da uzun yaşadı.

Burada, büyük malikanelerin hüküm sürdüğü Tagus düzlüklerinde ve Alentejo ovalarında, dini tarikatların ve diğer feodal ayrıcalıkların bastırılması neticesinde oluşan bu muazzam toprak zenginliği kütlesi, üç kuruşa bir avuç zengin adamın – büyük kapitalistlerin ve finansörlerin- avuçlarının içine düştü ve onları büyük toprak sahipleri haline getirdi.

Yazar José Saramago, nereden geldiğini biliyordu ve bunu aklından hiç çıkarmadı. Ve o, tıpkı o ağırbaşlı ve resmi Nobel ödül töreninin icrasında olduğu ve tanık olunduğu üzere, yapıtlarında ete kemiğe bürünen karakterlerin, Toprağın Uyanışı adlı o destansı romanda görülen ve Alentejo latifundialarının topraklarında işitilen ortak seslerinin yankısı olmayı arzuladı.

Hayal ürünü fakat bir o kadar da gerçek olan, farklı ve çok da gerçek isimlerle karşımıza çıkabilecek Domingos Mau-Tempo’nun, João ve António’nun, Gracinda ve Amélia Mau-Tempo’nun ya da hem romanda hem de hakikatte savaşçıların mücadeleyle irtibatını sağlayan bisikletli yoldaşı iyi tanıyan “Canastro” benzeri Segismundo’nun ve Joana ya da Monte Lavre’nin bilinen ilk grevcisi Manuel Espada’nın gelip ayak bastıkları, yaşadıkları, yüzyıllar boyunca mahrumiyet ve aşağılamanın hüküm sürdüğü yerlerdir bu topraklar.

Bu destansı roman Alentejo halkının mücadelelerini, ıstıraplarını, katlandığı açlığı ve cesaretini anlatır ki bunları tefecilik ve toprak sahipleri ile faşizmin canice şiddeti altında Ribatejo da deneyimlemiştir. Kimi zaman, tıpkı 60 yıl önceki sekiz saatlik işgünü tarihsel kazanımında olduğu gibi kayda değer zaferlerle sonuçlanan kavgalar vererek veya bu ovalar ve hayaller, güneş ve mesafeler toprağına nasırlı ellerle Nisan Devrimi’nin en güzel kazanımını – Toprak Reformu’nu dikerek.

İşte bu hayal, Nisan Devrimi ile “toprak işleyene” sloganı altında bir anda gerçeğe dönüşmüştür.

Toprağın Uyanışı’nda Saramago, faşizmin daha kötücül yanlarını mahkum etmenin yanı sıra tarım işçilerinin onuru için verilen mücadelelerle dolu bir devri hem güzel hem merak uyandırıcı, kavgacı, gerçeklere dayalı ve sorgulayıcı bir uslupla edebiyata taşır.

Bu Ribatejo’nun muhtelif kuşaklardan kadın ve erkeklerinin nehrin her iki yakasında sık sık savaştığı ve kazanmaya cesaret ettiği bir onur mücadelesidir.

Bu mücadele mirasının hafızamızdan ve halkımızın tarihinden silindiğini görmeye kararlı olanların karşısına yalnızca Partimizin onu unutturmama kararlılığı değil aynı zamanda Toprağın Uyanışı’ndan fışkıran yok edilemez adalet tutkusu ve José Saramago’nun sözleri dikilmektedir: “Biliriz ki topraktan ekinler ve ağaçlar yetişir, tarlalarda koşuşan veya onların üzerinde kanat çırpan hayvanlar yetişir, insanlar ve onların umutları yetişir. Bir kitap da topraktan yetiştirilebilir, tıpkı bir buğday başağı ya da kır çiçeği gibi. Veya bir kuş gibi. Yahut bir bayrak gibi.

Evet, bizim için her zaman umudun ve daha iyi bir dünya için mücadelenin bayrağı olacak olan o bayrak topraktan yetişebilir. Nesilden nesile her zaman taşıdığımız ve taşımaya devam ettiğimiz bu bayrağı dimdik tutarak ve en ön saflarda dalgalandırarak çalışanların gelecek hakkı için, eşitlikçi ve ilerici bir Portekiz için savaşmaya devam ediyoruz.

Evrensel bir değere sahip bu muazzam ve eşsiz yapıtın yazarı José Saramago’yu burada, kendi yurdunda yadetmekten ve anısına tören düzenlemekten büyük mutluluk duyuyoruz.

Evrenselliğe ulaşırken ulusal köklerini inkar etmeyen bu yapıt, aynı zamanda Portekiz edebiyatının çağlar içinde ortaya çıkarılmış en iyi ürünlerinden kendisine ilham arar.

Bu yapıt, Portekiz kültürünü sınırların ötesine yansıtır ve onurlandırırken, evrensel edebiyat kültürü bağlamında ülkemiz edebiyatının saygın ve kalıcı bir referans haline gelmesine yardımcı olmuştur.

İçinde bulunduğumuz ülkeyi ve dünyayı betimleyen, eleştirel ve diyalektik bir biçimde çözümleyen bu yapıtlar, çözümlemesi ister geçmişe ister günümüze odaklanmış olsun bir yandan da içimizde yaşayan insanın korkularını ve vasıflarını, aynı zamanda eksikliklerini de gözler önüne serer.

Aslında, insani olan hiçbir şey José Saramago’nun yaratıcı sürecine yabancı değildir. Bu yapıtlarda acılı, trajik, neşelendirici, çelişkili, parlak veya karanlık olan ne varsa hepsi barınır ve José Saramago tarafından ülkemizin en hünerli kaleminin ustalığıyla betimlenir.

Bu kapsamlı çalışma, Saramago’nun yaşadığımız zamanlara dair tefekkürünün açılış perdesi olan Ressamın El Kitabı, Toprağın Uyanışı’ndan sonra José Saramago’nun bir kez daha kurgusal projektörünü üzerlerinde doğrultacağı “kirli, nasırlı elleri ve tükenmiş bedenleriyle binlerce ve binlerce insandan oluşan bir kalabalığın ortasında yaşayan” popüler roman kahramanları Baltazar ve Blimunda’yı anlattığı Baltazar ile Blimunda gibi birbirinden çok farklı başlıkları içermekte ve bunların her biri “yıllarca taş üstüne taş koyarak” anıtsal eserinin yüksek duvarlarını inşa etmektedir.

Bu karakterler “halkın sesini”, insanların kraliyet güçlerinden ve engizisyondan olanca korkularına rağmen sahip olmayı başardıkları kendilerine ait haklı duygu ve özlemleri, romanın merkezine getirip koyarlar.

Nazi-faşizminin ilerleyişinin o karanlık dönemlerinden söz eden Ricardo Reis’in Öldüğü Yıl, diğer kültürlerle buluşmak üzere güneye doğru alıp başını giden büyük yüzen adanın, İber Yarımadası’nın anlatıldığı Taş Sal (Yitik Adanın Öyküsü) gibi pek çok diğerleri bunlara eşlik eder.

Lizbon Kuşatmasının Tarihi ve ilerici düşüncenin, adaletin ve toplumsallığın çarpıcı kanıtlarla teşhir edildiği o rahatsız edici Mağara romanı. Bu romanda o bizi dijital ve robotik teknolojik devrim denilen ve “emeğin sonu” diye ilan edilen şeyin gerçek sorunlarıyla yüzleştirir. Çalışma hakkının kaldırıldığı bir dünyada “artık kendilerine ihtiyaç duyulmayanlar”, egemen kapitalizmin kendi özel çıkarlarına göre belirlediği seçeneklere boyun eğmek zorunda bırakılanlar hakkında bir kitaptır bu. İnsanların ayrıştırılarak bir tür robota dönüşümü, tâli ve de harcanabilir bir “sistem tutsağı” haline dönüştürülmesi hakkında bir yergidir, ama özünde insanın bilincine ve özgürlüğüne yoğun bir bakıştır, ki o insan hayır deme cesaretine sahiptir, “sistem tutsağı” haline dönüştürülmeyi kabul etmeyerek kalkıp gitme, kendini azat etme, mağarayı terk etme cesaretine!

Evet, tıpkı insanın içinde taşıdığı vurgunculuk ve bayağılığı şüpheci bir bakışla tasvir ettiği Körlük ya da Görmek gibi diğer parlak kitaplarında görüleceği üzere, insani olan hiçbir şey Saramago’nun yaratıcı sürecine yabancı değildir. Çağdaş edebiyat eleştirisinin altını çizerek belirttiği ve bize gösterdiği gibi, bunlar onun harikulade sanatsal üslubuyla, dünya görüşünün hümanizmiyle, evrensel edebiyatın en yüksek seviyesine ulaştığı eserlerdir.

José Saramago’nun çalışmalarının ne kadar engin bir genişlikte olduğunu ve bütün bu takdir ve kutlama sözlerinin sınırlarının dışında kalan daha çok şeyler olduğunu biliyoruz. Burada Beklenmedik Bir Işık’tan Bütün İsimler’e, Kopyalanmış Adam’dan Filin Yolculuğu’na kaç romanı, bu eşi benzeri olmayan külliyatı oluşturan kısa hikayeler, şiirler, oyunlar ve kroniklerin kaç tanesini anmak mümkün olabilirdi ki.

Burada sadece bir yazarı değil, aynı zamanda bir aydını ve gerçek hayatında faşizme karşı, sonra da Nisan Devrimi’nin getirdiği, salt siyasi değil aynı zamanda ekonomik, sosyal ve kültürel manada eksiksiz ve tamamen işçilerin, halkın ve ülkemizin kalkınmasının hizmetinde olması istenen demokrasi ve onu savunmak uğruna verdiği mücadelede halkının yanında saf tutan bir adamı anıyor ve kutluyoruz.

Seara Nova’da edebiyat eleştirileri yazan, evrensel kültürün önemli isimlerinin eserlerini dilimize tercüme eden, Diário de Lisboa gazetesinin kültür sanat ekini yöneten ve Diário de Notícias gazetesinin genel yayın yönetmeni yardımcısı olan, dünyanın dört bir köşesine seyahat edip Portekiz edebiyatı ve kültürü hakkında konuşmalar yaparak Portekiz edebiyatının tanınmasına ve Portekizcenin dünya kültüründe önemli bir referans dili olarak benimsenmesine paha biçilmez katkılar yapan bir aydını.

Anti-faşist faaliyetine çok genç yaşlarda başlayan, diktatörlüğe karşı Direniş faaliyetlerine katılan, Norton de Matos’un seçim kampanyasını destekleyen ve aktif bir katılımcısı olan ve izleyen yıllarda da diğer birçok faaliyette yer alan bir aydını.

Nisan Devrimi’nde sözleriyle halkın ön saflarına yükselmeyi, hayatın zorluklarını ve mücadelelerini onlarla paylaşmayı başaran, herkesçe kabul görmüş cesur kimliğiyle Nisan Devrimi sırasında diktatörlüğün uğursuz geçmişini geri getirmek için beyhude çaba harcayanların karşısında dikilen ve işçilere, halka ve ülkeye hizmet ederek kendini Nisan’ın yapıcılarından biri addeden, kararlı ve düşünceli aydını. 

Komünist bir militan olarak kimliğini gururla sergileyen entelektüel ve yazarı.

Stockholm’den Nobel ödülüyle dönüşünde, en az kendisi kadar kıvanç içerisinde onu ağırlamaktan büyük heyecan duyan yoldaşları ve dostlarıyla dolu bir odada coşkuyla bize şunları söylediği günü unutmuyoruz: “Bugün bu ödülü elimde tutarken, onu kazanmak uğruna komünist olmayı bırakmak zorunda kalmadığımı söyleyebilirim”!

Saramago, faşist rejimin genel krizinin derinleşmekte olduğu bir zamanda Parti’ye katıldı. Altmışlı yıllarda Demokratik Muhalefet faaliyetleri çerçevesinde, 1969 ve 1973’te de diktatörlüğün “seçim” maskaralıkları sırasında CDE çatısı altında yoğun bir faaliyet yürüttüğünde epeydir bir komünist militandı.

25 Nisan’dan sonra Lizbon Aydın Sektörü yazarlar örgütüne katıldı, Sanat ve Edebiyat Sektörü Liderliği’nde yer aldı, devrim sürecinde Parti çalışmalarına mühim ve de adanmış bir katılım sağlarken emek ve halk hareketinde önemli ve çok çeşitli faaliyetlerde bulundu. Avante! Festivalinde, festivalimizin her zaman içerdiği kültürel boyutun değerlendirilmesine katkı sağlarken de onu görürüz.

Yoğun bir edebi yaratıcılık faaliyetini devam ettirmenin yanı sıra, önemli siyasal ve seçim mücadelelerinde de yer aldı, “Lisboa İçin” İttifakının listesinden Belediye Meclisi Başkanı seçildi ve PKP tarafından gösterilen bir CDU adayı olarak 1987-2009 yılları arasında Avrupa Parlamentosu seçimlerinin tamamına katıldı.

José Saramago içinden geldiği emekçi halkı seven ve ona sadık kalan bir yazardı.

Saramago, halkını olduğu gibi Nisan Devrimi’ni de beraberinde getirdiği hayaller, dönüşümler ve ilerlemeyle birlikte seven bir insandı! Sadece Portekiz edebiyatının önemli bir yazarı değil, aynı zamanda ülkenin sömürülen, haksızlığa uğrayan ve aşağılanan insanlarına kendini adamış, benimsediği ahlaki değerlerden ve siyasi ideallerinden hayatının sonuna kadar vazgeçmemiş bir insandı!

Eserleri özgürlük, demokrasi, toplumsal kurtuluş, kalkınma ve ulusal bağımsızlık değerlerinin rehberliğinde geleceğin yeni, daha adil, daha dayanışmacı ve daha kardeşçe toplumu için, daha iyi bir dünya için sürdürülen mücadelemize her zaman ilham kaynağı olmuştur ve bundan sonra da olacaktır.

Comments are closed.

0 %