Dosya

Liberalden entelektüel olur mu?

Cengiz Kılçer

Siyasi alan ile kültürel üretimin kesişim noktasında yer alan entelektüel alan, doğal olarak ideolojik üretim alanına katılır. Siyasi güç elde etmek iktidar olmak isteyen bir parti, kitleler üzerinde öncelikle rıza yaratmayı ve kendi hegemonyasını nasıl empoze edeceğini bilir. Siyasal güç, ideolojik güce de dayandığından, yönetici sınıf olmayı hedefleyen partinin yeni bir entelektüel profili oluşturması gerekir. AKP iktidara geldiği ilk yıllarda politikaları hakkında ikna edici bir hikâye anlatabilecek, kendisi dışında bir dizi kurum, program ve kişiye ihtiyaç duyuyordu. Böylece, ideolojik, politik, tarihsel, kültürel bağlamda yeni bir anlatı inşa etme gibi hayati meselenin taşeronluğunu bir dizi “aktivist”, akademisyen ve gazeteciye ihale etti. Liberaller AKP’ye meşruiyet alanı açtılar ve düzen siyasetinde önemli bir oyuncu olmasına yadsınamaz katkıda bulundular.

2010 yılında gelindiğinde Yetmez Ama Evetçi (yazıda YAE olarak anılacak) liberal entelektüeller ve İslamcılara göre, Türkiye’de siyaset, elitlerin (ordu, yargı, akademi, kültür sanat vs.) vesayeti altındaydı. 1923’te kurulan Tek Parti Dönemi’nin ve 1961 Anayasası’nın getirdiği güya statükocu ve vesayetçi olan unsurlar değişime karşı ayak diremekteydi. AKP, Avrupa Birliği’ne uyum süreciyle beraber bu statükocu elit yapıyı yerinden edecek ve halkın talepleri çerçevesinde daha demokratik bir sistem kurulacaktı. Böylece Türkiye değişecek ve Avrupa Birliği’nin kural ve ilkelerine daha müsait, daha uluslararası ve daha insani bir hukuk düzenine kavuşacaktı. Tüm kamu iktisadi teşekküllerinin (KİT) özelleştirilmesiyle memlekete daha çok uluslararası sermaye akışı olacak, memleket hem zenginleşmiş hem de demokratikleşmiş olacağı için halk daha mutlu bir hayata sahip olacaktı. Zaten Ergenekon, Balyoz vb. davalarla da AKP memleketteki derin devleti tasfiye etmeye girişerek daha saydam bir yönetim anlayışı getirmekteydi. Zira ülkedeki zorba rejimin sorumlusu bu darbeci/diktacı, Kemalist, elitist zihniyetti. Liberal entelektüeller tüm bu değişiklikleri kâfi görmeseler de “Yetmez ama evet!” sloganıyla AKP’ye yoldaşlık ediyorlardı.

2010 Referandumunda FETÖ’cüler de “Evet” çalışmasına canla başla katıldılar. Hâttâ Fethullah Gülen “İmkân olsa mezardakileri bile kaldırarak referandumda ‘Evet’ oyu kullandırmak lazım. Ben zannediyorum kalkarlar da” demişti. Referandum sonucunda seçmenin %57,88’si “Evet”, %42,12’lik “Hayır”a karşı yeni anayasayı kabul etti.

Dönemin ABD Başkanı Barack Obama, Başbakan Erdoğan’ı telefonla arayarak “referanduma katılımın Türk demokrasisinin canlılığını ortaya koyduğunu” ve “halk oylamasından çıkan sonucun, Türk demokrasisini daha da güçlendireceğine inandığını” sevinçli bir şekilde ifade etti. Avrupa Birliği sonuçtan memnundu; Birliğin yürütme organı olan Avrupa Komisyonu’nun genişlemeden sorumlu üyesi Štefan Füle, Türkiye’de referandumun sonucunu “doğru yönde atılan bir adım” olarak nitelendirdi. Štefan Füle, sonucun demokrasi ve temel hürriyetleri de kuvvetlendireceğini, halkın “askerî darbelerin geri geleceği korkusuna” son verdiğini söyledi.

İade-i itibar arzusu

YAE aydınları Türkiye siyaseti üzerine söylem üretme tekeline sahip olmanın getirdiği sarhoşluktan on bir yıl sonra yeni yeni ayılmaya başladılar. Bu ayılma sürecinde kaleme aldıkları yazılarına bakıldığında görülüyor ki, yanlış bir siyasal tercih yaptıkları üzerine içtenlikli ifadeler değil de onlara zamanında karşı çıkanları karalama çabaları görülüyor. Elbette kimi uğraklarda yanıldıklarını dile getirenler de oluyor ama liberal kibri ve nafile inadı asla elden bırakmadan. (YAE) liberallerin yazılarındaki narsizmden anlaşılıyor ki bir meşruiyet sorunu yaşıyorlar; entelektüel saygınlıklarının ve kariyerlerinin iade-i itibarını istiyorlar. Örneğin YAE çevresinin önde gelenlerinden biri “Çünkü mevzumuz, nasıl olup da gayet sınırlı bir insan grubunun [YAE] siyasî kararının, bu karara katılmış herkesi siyasî vebalı haline getirdiği, bu motif kullanılarak yapılan dışlama-değersizleştirme faaliyetinin nasıl bunca zaman aynı şevkle ve şiddetle sürdürülebildi[1] diye soruyor. Bu kişi sözüm ona siyasî vebalı haline getirildiklerinden, dışlandıklarından, değersizleştirildiklerinden yakınıyor. Onları eleştirenlerin başlı başına kirlilik yarattığını, heves kaçırdığını, moral bozduğunu, el kol bağladığını, yanılsamalar doğurduğunu, toplumda sol-muhalif siyasî etkinliği ve gücü azalttığını, dolayısıyla bunları, sınırlı kuvveti yanlış yerde tüketmeye sebebiyet veren balonlar olarak görüp “patlatmalı ve kurtulmalıyız” diyebiliyor.

Bu cümleden anlaşılacağı üzere yazının müellifi bize entelektüel alanın sadece bir diyalog ve tartışma alanı değil, aynı zamanda itibar ve kariyer savaşlarının yapıldığı, savunulduğu ve yok edildiği bir güç alanı olduğu söylüyor. Aynı müellif şunları da ifade ediyor: “Gücünün birilerini ezmeye yettiği, tecrit edilmiş iktidar alanlarında iş görmek, yerleşikleşmiş, adeta gelenekleşmiş bir kaçış tavrı (…) Ve asıl genel-toplumsal mücadele alanından ziyade daracık özel iktidar alanındaki çekişmeye vakit ve enerji harcamayı meşru saydırabilmek için, bu alanı olduğundan çok büyük, çok çok büyük gösterebilmek şart (…) “özeleştiri” talep edilirken beklenen, hatanın değil suçun kabul edilmesi. Bu da yetmiyor, suçlunun suçu art niyetle, düşmanca amaçla veya -daha çok- çıkar karşılığı işlediğini kabul etmesi isteniyor.”[2] Müellif her ne kadar inkâr etse de kendisinin dâhil olduğu liberal entelektüellerden mürekkep bir iktidar alanı var; bunun yanında bir de “tecrit edilmiş iktidar alanlarında olanlar” var. Ne ki kendilerinin iktidar alanları, kültürel ve temsili sermayeleri yokmuş gibi yazıyor.

Entelektüel temayüz, inkâr ve çıkar

Entelektüel kavramının hangi içerikle doldurulması gerektiği ve hangi kriterlere göre toplumun hangi üyelerine atfedilebileceği konusunda farklı görüşler var. En açık anlamını ise, Noam Chomsky’nin şu cümlesinde buluyoruz: “Aydınlar hükümetlerin yalanlarını teşhir etme, hükümetlerin eylemlerini bunların nedenlerine, amaçlarına ve genellikle gizli niyetlerine göre tahlil etme durumundadırlar.”[3] Bununla beraber özellikle 2010 Türkiye Anayasa Değişikliği Referandumunda Yetmez Ama Evetçi liberal entelektüellerin durumunun Noam Chomsky’nin yukarıdaki aydın/entelektüel tanımına uymadığı çok açık.

Prof. Dr. Taner Timur’un dediği gibi, son çeyrek yüzyılın en çok okunmuş, en çok tartışılmış, en çok etki yapmış düşünülerinden[4] biri Pierre Bourdieu’nun çalışmalarında entelektüel(ler) alan kavramı önemli bir yer işgal eder. Bourdieu’nun kavram seti üzerinden (YAE) liberal entelektüellerin AKP ile karmaşık ilişkilerini ve sembolik güç/iktidar ortaklıklarını analiz etmek mümkün. Yanlış anlaşılmaya yol açmamak için: Bourdieu’nün sembolik güç kavramı her ne kadar Türkçeye “sembolik” olarak çevrilmiş olsa da Türkçede “sembolik”, “önemsiz”, “göz ardı edilebilir” anlamına gelir, örneğin “sembolik bir maaş”. Oysa Bourdieu’nün kavram hattında bu tam tamına “temsili” demektir. Yani “temsil gücü bulunan, temsil etme iktidarına sahip” anlamına gelmektedir.

Her ne denli kendisini Marksist bir sosyolog olarak adlandırmasa da Karl Marx’ın teorileri Bourdieu’nün düşüncesinde hatırı sayılır bir yere sahip. Marx’ın etkisi belki de en çok Bourdieu’nün kültürel sermaye teorisinde görülüyor. Marx gibi, Bourdieu de sermayenin toplumsal yaşamın temelini oluşturduğunu ve kişinin toplumsal düzen içindeki konumunu dikte ettiğini savunuyor. Bununla birlikte, Bourdieu, Marx’ın sermaye fikrini ekonomik alanın ötesine, kültür alanına doğru genişletir. Bourdieu’nün kültürel sermaye kavramının, sadece kişisel bir sanat zevki edinimini değil, bir sanat veya yüksek-kültür ortamının toplumsal çerçevesini ve mekanizmasını vurguladığının da altını çizmek gerektir. Bourdieu’nun kavramı, sınıf hakkındaki teorik fikirleriyle de bağlantılıdır. Her biri kendi sınıf içi ilişkileri olan sermayenin üç boyutunu tanımlar: ekonomik, kültürel ve sosyal. Bu üç kaynağın mülkiyeti sembolik sermaye aracılığıyla meşrulaşırken, sembolik sermaye kültürel alandaki iktidar kurulumunun ve kullanımının aracı haline gelir.

Pierre Bourdieu çağımız entelektüel düşüncesinin tarihsel koşullara bağlı olduğunu savlar; bu düşünce, göreli özerk kültür alanlarının tarihsel gelişiminden ayrı düşünülemez. Kültürel sermaye entelektüel alanın temel mülküdür. Bu arada her ne kadar kültür ve sosyal ilişki ağları birer sermaye biçimi olsalar da tam anlamıyla para ve mülkle birbirine denk sayılamamalıdır.

Bourdieu yine tüm entelektüel tanımlamaların hem tarihsel hem de temelde politik olduğunu, simgesel üreticilerin meşruiyet mücadelesinden doğduğunu vurgular.[5] Entelektüelleri, ekonomik sermaye bakımından düşük olan kültürel kapitalistler, dolayısıyla egemen sınıfın “tabi kesimi” olarak tarif eder. Bourdieu’ye göre, entelektüeller sınıfsal konumları itibariyle hem hâkimdirler hem de tahakküm altındadırlar. Hâkim sınıfa mensupturlar çünkü hatırı sayılır miktarda kültürel sermayeye sahip olmanın sağladığı iktidar ve ayrıcalıklardan yararlanırlar; iktidarlarının gücü sermaye düzenine meşruiyet kazandırabilme veya mevcut meşruiyetini ortadan kaldırabilme gücünden ileri gelir. Her ne kadar entelektüellerin (…) sınırlarının çok ötesinde, özellikle siyaset alanında, otorite olarak konuşmalarının toplumsal olarak kabul gören/tanınan (terimin kısmen hukuki anlamıyla) yetkisinden güç almaları çok sık görülen bir durum[6] olsa da (YAE) liberal entelektüellerin bugünkü karanlık döneme katkıları nasıl unutulur?

Yargının AKP’nin parti örgütüne dönüşmesinde, laikliğin tasfiyesinde, birçok kurumunun tarikatlara teslim edilmesinde; kitleleri işsizliğe ve fakirliğe, talan ve rant politikasıyla memleketin yerli ve yabancı sermayenin yağmasına açılmasında; uluslararası uyuşturucu trafiğinde memleketin transit ülke haline gelmesinde (YAE) liberal entelektüellerin hiç mi payı yoktur?

 

Kaynakça

[1] “‘YAE’ nefreti tahlil sonuçları / 1: Mevzu”, erişim 16 Kasım 2021, http://platform24.org/p24blog/yazi/5079/–yae–nefreti-tahlil-sonuclari—1–mevzu.

[2] A.g.m

[3] “The Responsibility of Intellectuals”, erişim 18 Kasım 2021, https://chomsky.info/19670223/.

[4] Timur, T. (2007). Marksizm, İnsan ve Toplum: Balibar, Sève, Althusser, Bourdieu. İstanbul: Yordam Kitap.

[5] Swartz, D. (2018). Kültür ve iktidar (Çev. E. Gen,). İstanbul: İletişim Yayınları.

[6] Bourdieu, P. (1997) Toplumbilim Sorunları (Çev. Işık Ergüden) İstanbul: Kesit Yayıncılık.

Comments are closed.

0 %