Behiç Oktay
Geçtiğimiz Kasım ayında Donald Trump’ın yeni yeniden ABD Başkanı olarak seçilmesinin ve Ocak ayında göreve başlamasının ardından emperyalist sistemin krizleri ve küresel politik dengeler açısından önemli sonuçlar doğurmaya aday olduğunu kısa süre içinde gösterdi. Trump’ın gümrük vergilerini artırmak dışında şimdilik yalnızca sansasyonel ve yer yer magazine kayan ifadeler ile sınırlı kalsa da şu ana kadar talep ettiği ve yapacağım dediği şeylerin bir kısmını dahi yapsa küresel güç mücadelesinde sertleşmeyi, özellikle Avrupa Birliği ile daha derin çatışmaları ve ülke içindeki büyük sermaye gruplarının dünya genelinde daha da güçlenmesini beraberinde getirecektir.
EMPERYALİZMİN YENİ DİNAMİKLERİ VE TRUMP’IN ROLÜ
Ekonomik dalgalanmalar ve finansal çöküşler ile sürekli yeniden üretilen kapitalist sistemin yapısal krizleri, çözüm için yeni politikalar üretmekte ciddi sorun yaşayan burjuva sınıfının daha önce uyguladığı reçeteleri tozlu raflardan indirmesine neden oluyor. 2008 ekonomik krizinden sonra ABD ekonomisi belirli ölçülerde toparlansa da, bu durum büyük sermaye gruplarının güçlenmesine, ülke içinde işçi haklarının kısıtlanmasına ve ABD’nin emperyalist saldırılarının artmasına yol açmıştır.
Trump, ilk başkanlık döneminde hayata geçirdiği korumacı ekonomik politikalar ve büyük şirketlere sağladığı vergi avantajları ile emperyalist sistemin iç dinamiklerini güçlendirmişti. Trump’ın hem adaylık dönemindeki vaatleri hem de göreve başladıktan sonra atmaya başladığı adımlardan yeni dönemde de bu politikaların devam edeceği anlaşılabilir. Bu da küresel ölçekte hem iktisadi hem de askeri anlamda savaşların şiddetlenmesine yol açacaktır. Çünkü şu an için dünya geneline bakıldığında emperyalist politikalar açısından özellikle yeni ticaret rotalarının hakimiyetinin önem kazandığı söylenebilir. Buna ek olarak sermaye sınıfının yeni ihtiyaçları doğrultusunda ortaya çıkan yeni yeraltı kaynaklarına dönük ihtiyacın da öne çıktığını söyleyebiliriz. Ticaret rotalarında hakimiyet ve yeni yeraltı kaynaklarına erişim ihtiyacı Trump’ın doğrudan Grönland, Kanada, Panama gibi ülkelerin doğrudan kontrolü altına girmesini talep etmesine neden oluyor.
AVRUPA BİRLİĞİ İLE ÇATIŞMA VE KÜRESEL MÜCADELE
Trump’ın tekrar iktidara gelmesi, Avrupa Birliği ile olan gerilimleri artırma potansiyeli taşıyor. Trump döneminde, ABD’nin ekonomi ve ticaret politikalarının, Avrupa’nın temsil ettiği liberal değerler ve küresel düzen anlayışıyla karşı karşıya gelmesi hiç de sürpriz olmayacaktır. Bu durumun bir yansıması olarak değerlendirilebilecek şekilde Trump başkan seçildikten hemen sonra Almanya’da hükümetin düşmesi ve erken seçim kararı alınması, bunun en önemli yansıması olarak görülebilir.
Aslında Trump, 2016-2020 yılları arasındaki ilk döneminde de AB ile çeşitli konularda karşı karşıya geliyordu. Ancak bu sefer farklı olarak AB’nin başında Rusya-Ukrayna Savaşı gibi önemli bir sorun var. Bu nedenle AB ile ABD arasındaki bağımlılık ilişkileri de önümüzdeki dönemde özellikle AB’nin bu savaşa dönük politikaları üzerinden şekillenecektir.
Bunun yanında özellikle çevre politikaları, finans düzenlemeleri, LGBT’lere bakış ve dijital pazarlar konusunda yaşanan anlaşmazlıklar, iki blok arasındaki ayrışmayı derinleştirecektir. Trump, AB’yi ABD’nin küresel ekonomik gücüne bir tehdit olarak görmekte ve bu yapıyı zayıflatmak için ticaret savaşlarını körüklemektedir.
Bu durum 14-16 Şubat’ta gerçekleşen Münih Güvenlik Konferansı’na da yansıdı. AB ve ABD temsilcileri arasında özellikle ticari ve askeri konularda karşı karşıya geldiler. AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, ABD’nin AB’ye gümrük vergileri uygulaması halinde buna misilleme yapacaklarını söyledi. ABD Başkan yardımcısı Vance ise “Ayrıca önümüzdeki yıllarda Avrupa’nın kendi savunmasını sağlamak için büyük bir adım atmasının önemli olduğuna inanıyoruz. Avrupa’ya karşı en çok endişelendiğim tehdit Rusya, Çin veya başka bir dış aktör değil, endişelendiğim şey içeriden gelen tehdit.” dedi.
Bunların üzerine ABD ve Rusya Dışişleri Bakanları’nın Suudi Arabistan’da Ukrayna meselesi hakkında bir araya gelmeleri de AB’yi oldukça rahatsız etti. Uzun yıllardır devam eden Avrupa Ordusu gündeme yeniden gelse de AB’nin bir bütün olarak hareket etmekten uzak durumu, bu işi oldukça zorlaştırıyor.
TEKNOLOJİ ŞİRKETLERİ VE İNTERNET ÜZERİNDEKİ KONTROL
Trump’ın 20 Ocak’taki yemin töreninde, özellikle bir fotoğraf karesi oldukça dikkat çekiciydi. Meta, Google, Amazon ve Tesla/X patronlarının hazır bulunarak aynı fotoğraf karesine girmesi, “Big Tech” (teknoloji tekelleri) olarak adlandırılan sektörün de Trump ile birlikte çalışma konusunda ne kadar hevesli olduğunu ortaya koydu. Neredeyse bütün interneti kontrol eden bu şirketlerin, önümüzdeki dönem nasıl bir politika izleyecekleri de merak konusu oldu.
Trump yönetiminin teknoloji devleri ile sıkı ilişkiler kurarak interneti ve dijital verileri kontrol altına almak istediği bir sır değil. Büyük teknoloji şirketleri, veri madenciliği ve bilgi akışını yönlendirme gücü sayesinde, siyasal ve ekonomik dengeler üzerinde önemli bir rol oynuyor. Verinin de artık başlı başına bir kaynak olduğu düşünülürse yeni başkanlık döneminde, dijital alan üzerindeki denetimlerin artırılması, sosyal medya platformlarının daha sıkı kontrol edilmesi ve büyük teknoloji şirketleriyle devlet arasındaki işbirliğinin derinleştirilmesi beklenebilir.
YERALTI KAYNAKLARI VE YENİ SÖMÜRÜ ALANLARI
ABD’nin küresel politikalarında enerji kaynaklarının ve doğal zenginliklerin kontrolü her zaman temel bir unsur olmuştur. Trump’ın yeni dönemi, petrol, doğal gaz ve nadir elementler gibi stratejik kaynaklara yönelik saldırgan bir arayışı beraberinde getirmeye başladı bile.
Bu doğrultuda, Latin Amerika ve Afrika’da yeni ekonomik baskı mekanizmalarının devreye sokulması, Orta Doğu’daki enerji rezervlerine yönelik müdahalelerin artması ve kutuplardaki doğal kaynakların paylaşımı konusunda ABD’nin yeni hamlelerinin görülmesi sürpriz olmayacaktır.
ÇİN İLE REKABET VE KÜRESEL DENGELER
ABD ve Çin arasındaki gerilim, Trump’ın yeniden başkan olmasıyla daha da tırmanması olasıdır. Önceki başkanlık döneminde de Çin’i ağzından düşürmeyen Trump’ın yeni döneminde de ana hedefinin Çin olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü Çin’in yükselen ekonomik gücü ve küresel ticaretteki etkinliği, ABD’nin ekonomik ve politik stratejilerini zorluyor.
Trump yönetimi, Çin’in teknolojik gelişimini ve küresel altyapı projelerini sınırlamak amacıyla daha sert yaptırımlar ve ekonomik baskılar uygulayabilir. Aynı zamanda Güney Çin Denizi’ndeki gerilimleri tırmandırarak, askeri alanda da Çin’i sınırlandırmaya yönelik adımlar atabilir. Bu süreç, ABD ve Çin arasında ticaret savaşlarını derinleştirecek ve küresel ekonomik belirsizliği artıracaktır.
ORTA DOĞU, TÜRKİYE VE İSRAİL İLE İLİŞKİLER
Trump’ın yeni başkanlık dönemi, Orta Doğu’daki güç dengeleri açısından da önemli sonuçlar doğuracaktır. ABD’nin İsrail’e olan koşulsuz desteği, bölgedeki gerilimleri artırırken, İran’a karşı daha sert yaptırımların ve hatta askeri müdahale tehditlerinin gündeme gelmesi muhtemel görünüyor.
Türkiye ile ilişkiler ise daha karmaşık bir seyir izleyebilir. ABD, Türkiye’nin bölgesel politikalarına yönelik baskıyı artırabilir ve ekonomik yaptırımlarla AKP’yi yönlendirmeye çalışabilir. Bunun yanında, enerji ve savunma sanayii alanlarında Türkiye ile işbirliği yapma eğilimleri de devam edebilir. ABD’nin Orta Doğu’daki petrol ve doğalgaz kaynaklarını denetim altında tutma stratejisi, bölgedeki doğrudan veya dolaylı emperyalist müdahalelerin devam edeceğinin bir göstergesi olarak kabul edilebilir.
YENİ DÖNEMDE ARTAN KÜRESEL GERİLİMLER
Donald Trump’ın yeni başkanlık dönemi, emperyalist sistemin krizlerini daha da derinleştirecek, Avrupa Birliği ve ABD arasındaki rekabeti keskinleştirecek ve teknoloji şirketleri ile devlet arasındaki simbiyotik ilişkiyi daha da güçlendirecek adımlar atmaya başladı. Bunun yanı sıra, doğal kaynaklara yönelik talanın hız kazanması, küresel çatışmaları artıracak ve çevresel tahribatı büyütecektir. Çin ile yaşanacak ekonomik ve politik rekabet, uluslararası ilişkileri daha kırılgan hale getirecek ve küresel ekonomik istikrarsızlığa yol açacak, AB ve Rusya ile önümüzdeki yıllarda gelişecek olan olumlu ve olumsuz yeni ilişkiler de emperyalizmin önümüzdeki dönem nasıl bir çizgide karşımıza çıkacağını çok geçmeden ortaya koyacaktır. Bu süreç, dünya çapında ekonomik ve politik dengeleri sarsarken, halkların bu gelişmelere karşı örgütlü bir mücadele vermesi gerekliliğini de ortaya koymaktadır.
Çok kutuplu dünyaya gidiş açısından belki de artık tablonun tam manasıyla netleşeceği bir döneme giriyoruz. Dünyanın çok kutupluluğa gitmesi ise emperyalizm açısından yeni paylaşım sorunlarını gündeme getirecek ve bu da aynı 20. yüzyılın başında olduğu gibi insanlık adına yeni felaketlerin ama aynı zamanda yeni umutların ortaya çıkmasına zemin hazırlayacaktır.