Gündem

Siz de mi yenisiniz?

Deniz Olcay

Seçim dönemlerinde sosyalist hareketlerin iddialarının ve sloganlarının görünür hale gelmesi ülkenin neredeyse tamamında girilen psikolojik durum düşünüldüğünde hayli doğal. Tabi değişmeyen tek bir slogan var: “Bu seçim çok kritik!”

Seçim

Seçimler öyle ya da böyle yapıldığı tarihten sonrası için toplumsal hayata doğrudan etkisi sebebiyle önemlidir. Mücadelemizin gelecek için olduğu düşünüldüğünde girdiğimiz her seçim döneminin de “en kritik” olması şaşılacak bir durum değil. “En kritik” vurgusu tabi ki örgütlerin/partilerin kitlelerini hareket ettirmek için bir motivasyon aracı, öncelikle içeriye dönük bir slogan olarak düşünülebilir. Bununla birlikte kendisini solda tanımlayan ekiplerin önemli bir kısmı için teslim bayrağı anlamına da geliyor. Her seçim döneminde kendisini sağa teslim etmenin bir aracı, gönderden indirilen kızıl bayrağın yerine çekilmiş bir paçavra. “Bu seçim çok kritik” çünkü ülkeyi yıkıma gönderen ANAP’ı göndermemiz lazım, “bu seçim çok kritik” çünkü Demirel’i göndermemiz lazım, “bu seçim çok kritik” çünkü özelleştirilmeyen kamu malı kalmadı, devrimcileri katleden iktidarı yıkmalıyız, faili meçhullerin faili derin devletin temsilcilerini tarihe gömmeliyiz vs…

ÖDP

12 Eylül sonrası ilk önemli “en kritik” seçim; “Demokrasi Hemen” sloganıyla Fenerbahçe stadında şenlik düzenlemiş, çok sayıda aydın ve sanatçıyı etrafında toplamış, ülkenin büyük bir kısmında örgütlenmeyi başarmış ve şenlikten yaklaşık 2 yıl sonra 3 milyon temiz oy toplayacağı iddiasıyla ÖDP’nin öne çıktığı seçimdir. Çok sayıda hareket, örgüt ve parti/parti girişiminin bir araya gelmesiyle kurulan ÖDP seçimlere girerken barajı geçeceğine dair taşıdığı iddiaya inanılıp inanılmaması bir yana solun memleketteki ortak sesi olma iddiası baskındı. “Özgürlükçü laiklik”, “özgürlükçü sol” gibi ucube kavramların ortaya atıldığı, parti kavramının siyasal bir birlikten uzaklaştığı, oyların boşa gitmeyeceğini merkeze alan bu seçim dönemi solun karşılaştığı ilk “renkli” seçimlerdi. Kent merkezli bu çalışmaların siyasal bir örgütlülüğü beslememesi ya da besleyeceği siyasal bir örgüt bulunmaması hızlı bir dağılma sürecini de beraberinde getirdi. Alınan oyun azlığı ya da çokluğunun dışında önemli olan sürekliliği sağlamak için dayanılan kaynağın popülerlik olması da bu çözülmenin ana sebeplerinden biri oldu. 

Ufuk Uras

Aradaki seçimleri pas geçerek Bin Umut Adayları’nın güzide değeri Ufuk Uras’a gelelim. Kendisi İstanbul 1. bölgede halkın umudu olarak 2007 yılında sahneye çıktı. “Meclise Ufuk Gerek” sloganıyla Anadolu yakasında bir hayalet olarak ortaya çıktı. Sınıf siyaseti dışında her alternatifi deneyen, emekçilerin sadece sokakta değil mecliste de temsil edilmesi gerektiğini söyleyen, örgütten ve örgütlenmeden öcü gibi korkan Ufuk Uras’ın akıllarda kalan en siyasal hamlesinin meclis mikrofonuna kravatını asmasının trajedi olmaması ise korkunçtu. Çünkü trajedi Uras’ın işleri Erdoğan’ın diplomasızlığını savunmaya, yetmez ama evete ve adım attığı her yeri çürütmeye kadar götürmesiydi. Bugün hâlâ “akıl verir” pozisyonda olduğunu zannetmesi, kendisinin yapamadığını yapma iddiasını taşıyan TİP’i kenardan köşeden eleştirmeye çalışması ise komediden ibaret.

Ekmeleddin

“Ekmek için Ekmeleddin” gibi çağın çok ötesinde, muazzam bir sloganla seçimlere giren Ekmeleddin İhsanoğlu’nu seçimlerden önce tanıyan şanslı azınlıkta olmamanın acısını “Tatava yapma, bas geç” sloganıyla çıkaran binlerce kişinin aklında tek bir şey vardı; “bu seçim çok kritik”. Erdoğan’ın gitmesini istemenin küçümsenecek bir yanı yoktu elbette, AKP iktidarının hiçbir döneminde de olmadı. AKP’nin devrilmesi için ortaya çıkan siyasetsiz iddiaları ise yeteri kadar küçümsemediğimizi düşünebiliriz. Ekmeleddin’in adaylığı şüphesiz ki böyle bir küçümsemenin sonucu değildi ancak sadece kulisler ve kapalı toplantılarla CHP’nin adayını belirleme, sola yakın aday çıkartma hayallerinin suya düşmesi bunun bir sonucuydu. Sol içerisinde CHP tarafından solcuların oylarının çantada keklik olduğunun düşünüldüğüne dair belki de ilk tartışmalar da bu döneme denk gelmekteydi. CHP sağcıların oyuna göz dikmiş, AKP’den aşıracağı sağcı ve milliyetçi oylarla çantada keklik olan solun oylarına kendi oylarını da ekleyerek Tayyip’i devirecekti.

Ne hayal ama? Tatava yapmacıların siyaseten söylediği tek şey Ekmeleddin’e oy vermeyenlerin Tayyip’i desteklediği idi. Ekmeleddin öyle bir siyasi doğrultuya sahipti ki yolun sonunda MHP milletvekilliği ile Tayyip destekçiliğine kadar uzandı. Yolun sonunda tatava yapma diyenler seçimden sonra uyandılar ve hayatlarına devam ettiler. Bu tatavaya katılanlar ise ne örgütsel ne de siyasal olarak kazanamadıkları muazzam ve geçmişe dönüp bakıldığında utanılacak bir dönemin mirasçısı oldular.

Kürtler

“Bu seçim çok kritik” mefhumunun toplumsal etkisini en çok hisseden ve hissettirenin Kürt siyasal hareketi olduğu bir gerçek. 2015 yılında HDP’nin oylarını %9 ila %9,9 arasında gösteren cin fikirli “solcuların”kendilerine göre amacı netti. Çözüm sürecinden sonra AKP ile karşı karşıya gelen Kürt hareketinin elini güçlendirmek, parti olarak seçime giren HDP’yi meclise sokmak. Söylenen şey aynıydı; HDP barajı geçip meclise girmezse AKP iktidarda kalmaya devam edecek. 

Haziran ayında beklenen oldu HDP %13’ün üzerinde bir oyla 80 vekil çıkardı, AKP tek başına iktidara gelemedi ve Kasım ayına kadar yaşanan korkunç bir dönemin kapısı aralandı. Çözüm sürecini bozan AKP ile masaya oturmayı reddeden bir HDP vardı ortada. Fakat gerçek bu muydu? Öznesi olunmayan siyasal aktörün yeni bir çözüm süreci için bu gücü pazarlık amacıyla kullanıp kullanmayacağı, AKP ile iktidar ortağı olup olmayacağı bilinmiyordu. Çözüm sürecinde yapılan pazarlıklar nasıl bilinmiyorsa, aktörleri tarafından “açıklayacağız” çıkışlarına rağmen nasıl ortalığa dökülüp saçılmadıysa bu süreçte dönen restleşme veya hesaplaşmanın sebepleri de bilinmiyor. Herkesin buna dair bir tahmini var fakat sonuç bir uzlaşmanın olmaması ve AKP’nin MHP ile bugüne kadar sürecek birlikteliklerinin temelinin atılması oldu. AKP’nin tercihi kendi tabanından oy alabilecek bir partnerle yürümek değil, kendi tabanını kendine teba edeceği bir partnerle yürümek oldu. 

Bu konunun asıl merkezi ise Kürt siyasal hareketinin dayanakları. Bu dayanağın Türkiye partisi olma açılımı da dahil olmak üzere zengin fakir, işçi patron toplumun her kesimine seslendiği açık. Kimlik siyasetini merkeze alan, demokrasi ve özgürlüklerle süslü program ve seçim bildirgelerinin sunulduğu yerlerden birinin TÜSİAD olması bu program ve bildirgeleri destekleyen “sosyalistler” için tatsız bir detay olmanın ötesine geçmedi. NATO konusunda tatlı serzenişler dışında bir politikası olmayan, kimi vekillerinin parlamento üzerinden komisyonlarına dahil olduğu, NATO’nun genişlemesi dışında varlığı ile bir sorunu olmayan bu hareketin yanında pasta süsü kıvamında bulunan sosyalistlerin sadece biraz tadı kaçtı. Cengiz Çandar ve Hasan Cemal gibi iktidarın pozisyonunu güçlendirmek için yıllarca akıl hocalığı yapmış isimlerin milletvekili adayı olması biraz dudak bükülmesine, bazı hareketlerin de artık dayanamayıp açıklama yapmasına sebep oldu. 

Bütün bunlar Kürt siyasal hareketinin yetmez ama evetçilerden yine yetmez ama evetçilerle birlikte devşirdiği yeni partisi Yeşil Sol Parti (Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi) ile yürüyenler için bir sorun teşkil etmiyor. Yetmez ama evetçiler listelerde varsa, AKP iktidarının entelektüel mimarları listelerde varsa onlar da listelerde olabilir ve meclise girebilirlerdi. Üstelik TİP’in mecliste yakaladığı popülerliğin cazibesiyle sus payı olarak garanti yerlerden verilen adaylıkların sayısı da artırılabilirdi. Bir diğeri için nasılsa barajı aşmanın bir yoluydu ve gün eleştiri günü değildi. Sülale devrini bitirecek, onu bitirirken sesi çok çıktığı için kurulacak yeni rejimde de daha çok söz sahibi olacaklardı. 

Sorun şu ki Kürt hareketi mi bu sessiz sosyalistlerden faydalanıyor yoksa sessiz sosyalistler mi Kürt hareketinden faydalanıyor anlaşılmıyor. Herkes bir dayanışma duygusu içinde ama bu duygunun karşılığında bahşedilen vekilliğe de hayır diyen yok. Bir mücadele birliği ise mücadele edilen şeylerin içinde TÜSİAD, NATO vs yokken mücadele edilen şey bir gölgeden mi ibaret açıklayan da yok. Varsa yoksa yıkılması gereken bir saray rejimi. Erdoğansız bir AKP’ye bile ne diyeceği belli olmayan bir mücadele birliği ve her seçimde kendimizi teslim etmediğimiz ve eleştiriyi eksik etmediğimiz için Kürt düşmanlığıyla bile suçlanan bizler…

Kılıçdaroğlu

Önceki seçimlerin ikinci, son seçimin zinde adayı Kılıçdaroğlu taraftarları için de “bu seçim çok kritik”. Sadece Kılıçdaroğlu taraftarları için olsa yine iyi ama İmamoğlu ve Yavaş olmasın diye, daha solcu buldukları Kılıçdaroğlu aday olsun diye kulis yapan yaşını başını almış komünistler için de “kritik”. Erdoğan gitsin, hiçbirimizin tahammülü yok kabul ama Özal’a da, Demirel’e de, Mesut Yılmaz’a da, Tansu Çiller’e de ve hatta Ecevit’e de tahammülümüz yoktu. Birlikte karar alacağı yardımcıları İmamoğlu, Yavaş, Davutoğlu, Babacan, Karamollaoğlu, Uysal olacak Kılıçdaroğlu’ndan emekçi halka ne hayır gelecek sorusunun yanıtı yok. Kefil olunmayan, utanmadan, sıkılmadan oy verilecek olan Kılıçdaroğlu’nun içişleri bakanlığını Mehmet Ağar’ın uzantılarına, dışişleri bakanlığını Suriye’de dökülen kanın baş aktörü Davutoğlu’nun uzantılarına, ekonomi bakanlığını piyasacılığın kitabını yazmış ABD’ci Babacan’a bırakacağı bilinmiyor mu? Verilen oylarla seçilirse bunlara kefil olunmuyor ama işçiye, emekçiye, öğrenciye deniyor ki git bunlara oy ver. Kılıçdaroğlu iyi adam mı? Madem iyi adamların iktidarı için oy istiyoruz önce ülke demokratikleşsin demekten de çekinmemek lazım. Bu işin sonu aşamacılık değil, bu işin kendisi aşamacılıktır. 

Yeşiller Yeniden

Yetmez ama evet’in kalesi YSP’nin yedek parti kontenjanından ana parti olmaya yükselmesi ile birlikte yeşiller kavramı yine hayatımıza girdi. Tabi bir de TİP listelerinden seçime giren yeşiller var ama karıştırılmalarında bir sakınca yok. Yeşiller partisi de aynı UİDDER gibi yetmez ama evet lekesini yakasında taşıyor. Bu lekenin çıkmayacağını bildikleri halde siyaset sahnesinde attıkları her adım aynı Ufuk Uras gibi bir etki yaratıyor. Günün sonunda YSP ve TİP’in seçime girdiği ittifak için diyecek çok şeyimiz var ve ne yazık ki yukarıda anlattıklarımızın neredeyse tamamı da aslında yine bu ittifak için yazılmış oldu. Çünkü yapılan şey geçmişte yapılanlarla aynı. Tekrar ve tekrar… Seçim dönemi geldi, birilerinin barajı güçlü şekilde aşması lazım, diğerinin baraj sorunu yok. Oyları bize verin, biz çatı olalım, bizi meclise gönderin sesimiz daha gür çıksın deniyor. Meclise girmek önemliyse meclis karnelerine bakalım diyoruz aldığımız cevap “ama mecliste bu kadar kişiyle bir şey yapılamıyor” oluyor. En kritik oylamaları geçtim oylamaların büyük çoğunluğunda yoklar. İnandırabildikleri kadarıyla devam ediyorlar işte oyuna. Mecliste halkın sesi olacak “mücadele içinden” gelmiş ünlüler de ayrı bir konu. YATA (NATO’nun gençlik örgütü)’cılarla dostluklar, Dersim katliamı üstünden yapılan espriler, Kılıçdaroğlu ve Akşener’e otelde buluştukları için imada bulunanlar, patronlar ve benzerleri. Birkaç bin takipçisi olan ve saray rejimi yıkılsın diyen az ünlüler, biraz da fazla ünlüler. Siyasal bir doğrultudan uzak oy isteme etkinlikleri ve CHP’ye oy vermeyi pek de havalı bulmayan bir kitleye partileme çağrıları… Bize düşen de ekstra mesai; hem iktidara karşı mücadele hem de ortada parlayan yıldızı ile sahte umut kaynaklarına karşı mücadele…

Comments are closed.

0 %