Irmak Ildır
Tarihte iz bırakan bireylerin ve onların yapıtlarının incelenmesi için kullanılan yöntemde “tarihin arkeolojisi” diyebileceğimiz bir yaklaşım ortaya konulur. Daha sonra da buradan ortaya çıkan genelleştirmeler ile bir “tarihin psikolojik serimi” ortaya çıkarılır. Genel hatlarıyla bu tür arkeolojik buluntulardan yola çıkmanın “bilimsel yöntem” olduğuna bir itiraz da bulunamayız. Ancak, bu yazı bir “tarih” yazısı değil. O nedenle okuyucu bu yazıyı bir “tarih” yazısı olarak değil, belirli bir misyonu olan bir yayının, bugüne ve geleceğe ilişkin arayışlarının ürünü olarak görmeleri gerekmektedir. Elbette bilimsel yöntemi reddetmeden, bilime başvurarak “yön” çizeceğiz.
Kuşkusuz söz konusu Doğan Avcıoğlu olduğunda böylesi bir “tarih arkeolojisi” ürünü vermek daha zor hale geliyor. Bir dönemin en etkili entelektüellerinden biri olan, entelektüel kimliğinin ötesine geçerek “iktidar odağı” olmayı kafasına koyan böyle bir kişiliğin detaylı bir biyografisine girmek bir derginin sınırlarını çok aşıyor. Dahası amacımız da bu değil. O nedenle okuyucuyu “kaynakça” yığını ile yormadan, belirli bir düşünce izleğine odaklanmaya çalışacağız. Bu düşünce izleğini ortaya koymada ise bir soyutlama dizisini yaratmak zorundayız.
Sadece Avcıoğlu’nu ve yapıtlarını anlamak için değil, genel olarak bir doğrultu ortaya çıkarmak için bu soyutlama dizisine başvurmamız gerekiyor. Siyasal bir iddia ile ortaya çıkan, toplumsal bir hedefe doğru iddia koyan her ciddi “tarihsel figürün” tarih, teori ve strateji uğraklarından geçerek bu iddiayı somutlaştırdığını söylemek mümkündür. Buradaki sıralama, ağırlığın hangisinde olduğundan bağımsız olarak, iddianın ciddiyetin ve tutarlılığını da belirliyor. Tarih, teori ve strateji arasında kurulan ilişki de, kişinin önceden belirlenmiş hedefiyle birlikte “dönemin” siyasal atmosferi, ideolojik başlıkları ve toplumsal gelişiminden bağımsız olarak kavranamaz.
TARİH VE TEORİNİN AYNASINDA SİYASİ DEVRİM ANLAYIŞI
Bu anlamıyla kavrandığında Doğan Avcıoğlu özgün ama müstesna bir yerde bulunmuyor. Avcıoğlu, kendi kuşağından olanlarla birlikte siyasal atmosferin ve toplumsal gelişimin belirlediği bir çerçevede kendine alan açmaya çalışıyor. Ancak denilebilir ki; sadece etkisi ile değil, aynı zamanda Avcıoğlu kurgusuyla da bu çerçeveyi iradi olarak zorlayanların başında geliyor. Elbette bu iradi zorlamanın, klasik olarak yerleşmiş kalıp olan cuntacılık/ihtilalcilik düzleminde ele alınması, Avcıoğlu’nu tartışırken kısırlaştırıcı bir etki yaratacak. O yüzden “iradi zorlamanın”, iktidarın fethedilmesi yaklaşımının merkeze konulması ile ilişkisi bulunmakta.
Avcıoğlu’nun fikriyatını anlamak istediğimizde, durduğumuz pozisyondan bağımsız olarak söylüyorum, Avcıoğlunda tüm temel tema iktidarın fethedilmesinin zorunluluğu vardır. Bu anlamıyla bakıldığında, tarihsel olarak yaklaşımlarının eksik, yanlış, yenilmiş olması bir kenara, Avcıoğlu’nun özgünlüğünün siyasi devrim/toplumsal devrim ayrıştırmasında birincisinden yana bir öncelik belirlemesidir.
Bu anlamda değerlendirildiğinde Avcıoğlu’nun tarih-teori-strateji üçlüsünde yaptığı kurgunun özü daha net ortaya çıkar. Tarihsel bir anakronizme düşmemek kaydıyla, Ekim Devrimi öncesinde Rus devrimci hareketinde özgün ama unutulmuş bir yeri olan Pyotr Tkaçev’i hatırlatmak istiyorum. Bazıları için “İlk Bolşevik” olarak tanımlanan Tkaçev’in özgünlüğü; kendisinin de feyz aldığı Sergey Neçayev ya da daha az bilinen Rus Jakobeni, Jön Rusya’nın fikir babası P.G.Zaiçnevski’den farklı olarak kendi kuşağından siyasal devrimin zorunluluğu fikri ile ayrışmasıdır. [1]
GEÇ KALAN BİR ÖNE ÇIKIŞ
Tkaçev, erken bir kopuşu temsil etmiştir. Proto-bolşevizmin özgün ama eksik kalmış yanıdır. Kendi kuşağına erken bir müdahaledir. Avcıoğlu da, Tkaçev ile benzer bir “kaderi” paylaşmaktadır. Ancak bir farkla; Avcıoğlu, halkçı-devrimci çizginin geç kalmış bir kopuşudur. Geç kalınmış bir çizginin, toplumsal ve siyasal ihtiyaçlara geç düşen bir aşısıdır.
Peki neden geç kalınmıştır?
Birincisi Türkiye’nin tarihsel gelişim dinamikleriyle ilişkilidir. Avcıoğlu’nun tarih kurgusuna da sirayet eden Türkiye okumasında Osmanlı’da kapitalizmin gelişim seyrinin dış dinamiklerin iç dinamiğe göre galebe çalarak geliştiği tezi vardır. [2] Bu tez büyük oranda doğru olmakla birlikte, imparatorluk mirasına dayanan bir coğrafyada, yarı sömürge durumuna düşen Osmanlı’nın “kurtarılması” toplumsal ve siyasal gelişimin çerçevesini belirlemiştir. Türkiye’nin kapitalistleşme tarihi de geç kalınmış bir devrimciliği, geç bir çağda ortaya çıkarmıştır. [3]
Tam da bu nedenle Avcıoğlu, Marksizm esinli kopuşunu gerçekleştirirken, erken değil geç bir müdahaleyi temsil etmiştir.
İkincisi ise 1945’ten itibaren devam eden Soğuk Savaş döneminin “devrimci” arayışlarının ortaya çıkardığı bileşkedir. Kapitalizme karşı devrimi arayan sınıf hareketi 20.yüzyılın ilk yarısı boyunca önce sosyal demokrasiye karşı mücadele içinde şekillenmiş, sonrasında ise kaçırılmış bir devrimci yükselişin sonucu olarak ortaya çıkan “faşizm” gerçeği ile. İlk mücadeleye damga vuran devrim arayışıydı. Ortaya Ekim Devrimini çıkardı. İkincisine damga vuran ise karşı-devrimi püskürtme ihtiyacıydı. İkincisinin ürünü ise 1945 sonrasında “halk demokrasileri” ve “sosyalist kamp” olarak görülmüştür.
İkinci durumda artık daha fazla koruma ihtiyacı ortaya çıkmıştır. Devrimci dinamik ulusal kurtuluş mücadelelerine, anti emperyalist duruşa kaymıştır. Bu durumun anlaşılamayacak bir yanı bulunmuyor. Tersine, başka bir alan zaten kalmamıştır.
İşte bu noktada ulusal kurtuluş temasının ekseninde yükselen, uluslararası sistemden kopuş çabası Avcıoğlu’nun da içinde bulunduğu kuşağı etkilemiş, sosyalizme doğru gidiş için sıçramanın demokratik devrimin bıraktığı eksikliklerin tamamlanmasıdır. Avcıoğlu bu noktada müstesna değildir, dahası “milli demokratik devrim” tezi ekseninde uzun süredir devam eden bir arayışın “tepe” noktasını temsil eder.
Ancak bu tepe noktası dediğimiz gibi “geç” kalınmış bir çizgiyi de temsil etmektedir. Marksizmden esinlenmek noktasında bir sorunu bulunmayan Avcıoğlu’nun tarih ve teoriyi alma biçimi 20.yüzyılın ilk yarısında ortaya çıkması gereken bir çizginin “en radikal” hallerinden birine denk düşer.
Avcıoğlu’nun buradaki okumasında tarih, Osmanlı’nın koşullarının özgünlüğüne denk düşer. Bu özgünlük teorinin ana merkezine oturur. Avcıoğlu’nun teorisinde ana akış kalkınmanın neden ve nasıl gerçekleşmesi gerektiği üzerine kurulur. Sonunda buradan mevcut durumun “sınıfsal” yapısı analiz edilir. Varılan nokta ise Avcıoğlu’nun stratejisidir. Zinde kuvvetler aracılığı ile bir strateji kurulur ve Türkiye’nin düzeni “başka bir düzleme” geçirilir.
Avcıoğlu’nun bu bakışında “devrimcilik” adına bir eksiklik bulunduğunu düşünmek mümkün değil. Özellikle öne çıkan “kurtuluş” ve “kuruluş” öğeleri açısından Marksizm esinli olduğuna şüphe duyulamaz. Öte yandan böyle bir çizginin varlığı Soğuk Savaş öncesi dönemde “başarıya” ulaşma şansı her zaman vardı. Soğuk Savaş sonrası dönemde ise “başarı” şansı azalmıştır.
YENİDEN YIKILACAK PUTLAR
Öte yandan Avcıoğlu’nu başarı ya da başarısızlığı üzerinden değerlendirmiyoruz. Bugüne bıraktıkları ve bugünün ihtiyaçları bağlamında bir değerlendirmeye tabi tutuyoruz. Avcıoğlu’nun devrimci bir cumhuriyet arayışının meşru ve olgun sonuçları ile değerlendirmek gerekiyor. Amacımız ne eskinin yeniden dirilmesini sağlamak ne de “doğrumetre” aracılığı ile teorinin açıklarını keşfetmektir.
Bugünün temel ihtiyacı Avcıoğlu’nun olduğu gibi cumhuriyet, laiklik, bağımsızlık mücadelesine kazanılmasından geçmediği de açık. Avcıoğlu o açıdan zaten kazanılmıştır. Öte yandan ihtiyaç duyulan şey yeni bir geç kalmış bir Avcıoğlu ya da erken gelmiş bir Tkaçev değildir. Bugün cumhuriyet, laiklik, bağımsızlık mücadelesinde ihtiyaç Avcıoğlu’nun aynı Türkiye’nin Düzeni’ndeki kalkış noktasıdır: “böyle gelmiş, böyle gider düşüncesinin reddedilmesindedir.”
Bu reddin olduğu zaman Avcıoğlu’nu bugün anlamak da, yeni bir cumhuriyeti kurmak da mümkün olacak. İktidarın fethedilmesinden, tarih-teori-strateji bütünlüğüne kadar iddialı bir yolun o zaman açılacağı da görülecektir.
Gerisi de eskinin tekrarından başka bir şey olmayacak.
NOTLAR
[1] Weeks, A.L, (2018). İlk Bolşevik: Pyotr Tkaçev’in Siyasi Biyografisi (O.Şişman, Çev.), Verba Yayınları: İstanbul
Kitap her ne kadar özgün bir devrimci olan Tkaçev’in iyi bir biyografisini sunsa da Amerikan akademisinin “ideolojik” kofluğunu da gösteriyor. Devrim fikrine bu nedenli uzak bir akademinin ezberde boğulması şaşırtıcı değil.
[2] Avcıoğlu, D. (1976). Türkiye’nin Düzeni: Dün-Bugün-Yarın (Cilt 1), Tekin Yayınları: İstanbul
[3] Örneğin Avcıoğlu bu geç kalmayı “iç dinamiklerin yetersizliğine” bağlamaz. Asya tipi üretim tarzını ve “bozuk düzen” temsillerini karşıya alır. Niyaz Berkes ise Osmanlı’da bozulan ekonomik sistemin “devletin” yapısından ötürü görür. Avcıoğlu’nun “Osmanlı kapitalistleşebilirdi” tezini “şartlardan” ötürü karşısına alır. İleri okuma için: Berkes, N. (2020). Türkiye İktisat Tarihi, 4.baskı, YKY Yayınları: İstanbul