KORE NİRE?

 28 Temmuz 1950 tarihinde 24.000 bildiri sokaklarda dağıtılıyordu. 

Türk Barışseverler Cemiyeti imzalı bildiri de şunlar söyleniyordu:

Aziz Türk Halkına;

Adnan Menderes Hükümeti, Kore’de harp etsin diye 4500 Türk çocuğunu General Mac Arthur’un emrine veriyor.

Adnan Menderes Hükümetinin bu kararı Türk Milletine nasıl gösterilirse gösterilsin Amerikan menfaatleri uğruna harbe katılmamız demektir. Hükümet bu kararını Amerika’nın zoru ile vermiştir. Çünkü: 15 Temmuz’da Birleşmiş Milletlerden gelen telgrafla hükümet, Birleşmiş Milletler Anayasasının bu gibi işlerde üyelere tanıdığı haklara dayanarak doğrudan asker gönderemeyeceğini ima yollu bir karşılık vermişti. Zaten Birleşmiş Milletlerin bu müracaatını 52 üye devletten en az 12’si cevaplandırmış ve onlar da bir tek kara askeri göndermemişlerdir.

Dahası var: Kore’de harp etmek için gönüllü toplamaya kalkıştığı zaman Dışişleri Bakanı Fuat Köprülü bir Fransız gazetecisine mülakat vererek bazı komşularımıza karşı bir tahrik olur diye gönüllü göndermeye hükmüne razı olamayacağını söyledi. Demek oluyor ki Adnan Menderes Hükümeti kara askeri göndermeyi ilk önceleri doğru bulmuyor, kendisini buna mecbur saymıyordu.

Derken, Amerikan senatörü Cain 23 Temmuz’da Ankara’ya geldi. Dışişleri Bakanı Fuat Köprülü, Milli Savunma Bakanı Refik İnce ve Genel Kurmay Başkanı Nuri Yamut ile konuştu. Bu konuşmalardan sonra memleketin muhtelif yerlerinde bulunan Bakanlar alelacele Ankara’da toplanarak Kore’ye 4500 Türk çocuğunu göndermeye karar verdiler. Ardından da senatör Cain gazetecilere verdiği bir mülakatta (Bu harpte piyade kuvvetlerinin rolü büyüktür. Diğer milletlerden kara kuvveti istememizin tek sebebi Amerika’nın yıpranmamasının teminidir) diyerek işi içyüzünü meydana koydu, yani bu işin Amerika’nın zoru ile yapıldığını açıkladı.

Kore’deki savaşa, Türk Milletinin katılmasında istikbalimiz ve güvenliğimiz bakımından hiçbir fayda yoktur. “Biz şimdi Kore’ye asker göndermezsek, bizim başımız dertte kaldığı zaman Amerika da bize yardım etmez” diyenlere yakın zamana kadar Dışişleri Bakanlığı yapmış ve milletlerarası işleri içinden takip etmiş olan Necmeddin Sadak cevap veriyor : “Bu işler bir menfaat işidir, hissi sebepler rol oynamaz, eğer o gün Amerika’nın çıkarı varsa bize yardım eder, yoksa etmez” diyor.

Kaldı ki, bugün karşılaştığımız hadise de gösteriyor ki, mesele bize Amerika’nın “yardım” edip etmemesi değil, fakat bir üçüncü cihan harbine yol açacak maceralara sürüklemek istemesidir. Bundan da anlaşılıyor ki, Kore’ye asker göndermekte Türk Milletinin herhangi bir menfaati yoktur. Türk Milletinin istiklali ve güvenliği dünya barışına sıkı sıkıya bağlıdır. Kore’ye asker göndermek ise Türk Milletinin nasıl bildirilirse bildirilsin, herhalde barışçı bir hareket değildir.

Bütün dünya milletleri ve bu arada Türk milleti de barışseverdir. Türk halkının menfaati dünya barışının bozulmamasındadır. Bu barışın bozulmaması için de Kore’deki iç savaşın barışçı yollar bulunarak hemen sona erdirilmesi gerekir. Türk Milletine yaraşan ve gerçek menfaatlerine uygun düşen Şeymasala Hindistan Başbakanı Nehru’nun yaptığı gibi barışçı teklifler yapmaktır.

Biz Türk Barışseverler Cemiyeti, bunları tüm halk efkârına bildirirken onun en samimi düşüncelerini belirttiğimizi her Türk vatanseverinin bizimle aynı fikirde olduğuna inanıyoruz. Adı söylenmeden, bir harp ilanı demeye gelen Adnan Menderes hükümetinin bu kararını, Türkiye Büyük Millet Meclisinin rededeceğini umuyoruz. Çünkü anayasamıza göre, gerekince harp ilan etmek yetkisi sadece Büyük Millet Meclisine aittir.

Milli menfaatlerimize ve dünya barışının korunmasına tamamen aykırı olan bu kararı şiddetle protesto ederiz.”

Aynı sıralarda Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Başkanlığına dernek başkanı Behice Boran ve Genel Sekreteri Adnan Cemgil imzalı bir telgraf gönderilerek, “Hükümetin, milli çıkarlarımıza ve Birleşmiş Milletler Anayasasına aykırı olan bu kararını bir an önce iptal etmesi için TBMM’nin olağanüstü toplantıya çağrılması”nı talep ediyorlardı.

Başta Menderes olmak üzere hükümet ve yandaş basın bu çağrılara “kökü dışarda komünistlerin işi” diyerek saldırmış, Behice Boran ve Adnan Cemgil tutuklanmıştı.

Cumhuriyet Gazetesi’nin 30 Temmuz 1950 tarihli haberinde: “Milli menfaatlere zarar verecek ve milli direncimizi sarsacak nitelikte yayın yaptıkları iddiasıyla haklarında savcılıkça takibata girişilmiş cemiyetin kurucu ve idare heyeti üyelerinden bazıları tutuklanmıştır.” diye yazmıştı.

Yapılan “yargılamalar” sonucunda; Behice Boran, Adnan Cemgil, Osman Faruk Topaloğlu 1yıl 3 ay; Muvakkar Güran ise 10 ay ağır hapis cezasına çarptırılmış Ve Dernek kapatılmıştı.

1950 yılında 1953 yılına kadar süren Kore Savaşı’nda toplam 178 bin asker öldü. . Savaşta toplam 14.938 Türk askeri görev aldı. Bu askerlerden 712’si hayatını kaybederken, 175 kişi ise kayboldu. Türkiye Kore’ye asker göndererek amacına ulaştı(!) : 

1952 yılında NATO’ya üye oldu…

“AMERİKA’NIN VASAL* DEVLETİNE GÖMÜLMEK İSTEMİYORUM”

Bu yılın Ağustos ayı ortalarında Güney Kore’nin Başkenti Seul’un Kuzey Kore’ye en yakın noktadaki olan Imjingang İstasyonu’nda büyük bir kalabalık toplanmıştı.

Yüzlerce polisin etrafını çevirdiği kalabalık içerisinde zorlukla hareket edebilen yaşlı bir adam yarımadayı ikiye bölünen sınırın ötesindeki evine gitmeye hazırlanıyordu. Bu kişi 95 yaşındaki Kuzey Koreli tutsak Ahn Hak-sop’tu… 

Ahn Hak-sop, 1930 yılında Japon işgali altındaki Kore’de, Ganghwa Adası’nda doğdu.

1910’dan 1945’e kadar süren 35 yıllık bir sömürü ve baskı döneminde Kore halkı işgalci Japonya’ya karşı direndi. 1 Mart 1919’da, Seul’da öğrenciler ve entelektüeller tarafından başlatılan protesto gösterileri kısa sürede ülke geneline yayıldı. Yaklaşık 2 milyon Koreli bu protestolara katıldı.

Japon yönetimi gösterileri şiddetle bastırdı; binlerce kişi öldü, on binlercesi tutuklandı. 

1 Mart Hareketi (Samil Undong), Kore’de Japon sömürgeciliğine karşı başlatılan en büyük halk ayaklanmalarından biridir ve sosyalist mücadeleye zemin hazırlayan bir dönüm noktası oldu.

Bu karşı çıkış, sadece ulusal bağımsızlık değil, aynı zamanda sınıfsal eşitsizliklere karşı bir uyanışın da öncüsüydü. Japon sömürgeciliği altında ezilen emekçi Kore halkı, bu dönemde örgütlenmeye başladı. 

Bu işgal Japonya’nın 2. Dünya savaşını sona erdiren büyük bir yıkımla yenilgisinin ardından sona erdi.

Ancak Kore için işgal ve sömürü dönemi kapanmadı. ABD emperyalizminin Güney Kore üzerinde kurduğu tahakkümün derin izleriyle yaşayan bir yurtsever olarak 

Ülkesinin özgürlüğü için çalışan Anh, , 1950’de Kore Savaşı başladığında Kaesong’da öğrenciydi. 1952’de Kore Halk Ordusu’na katıldı ve istihbaratçı olarak çalıştı. Ekim 1952’de, komünist partizanları gerilla savaşına hazırlamak için Güney Kore’ye gönderilen bir ekibin komutanıydı. Defalarca çatışmalara girdiler. Pusuya düşürüldüler. Ekibin Nisan 1953’te hayatta kalan son üyesiydi.  

Ateşkesin imzalanmasına üç ay kala açlıktan ölmek üzereyken Karşı devrimci Güney Kore güçleri tarafından tutuklandığında, Güney Kore ona savaş esiri yerine casus muamelesi yaptı ve “devlet aleyhine faaliyet” suçlamasıyla ömür boyu hapis cezasına çarptırdı.

Ahn, hapishanede ağır işkencelere maruz kaldı. Tüm dişlerini kaybetti. Düğümlü iplerle kırbaçlandı. Zeminin buzla kaplı olduğu bir odada çıplak olarak bir sandalyeye bağlandı. Başının üstündeki aynı noktaya dondurucu soğuklukta su damlatıldı. Ahn bu durumu “Bir süre sonra her damla kocaman bir kaya gibi geldi.”  Diyerek ifade etti. Ona ve diğer komünist tutsaklara ideolojilerinden vazgeçtiklerini belirten bir ifadeye parmak basmaları isteniyordu. Parmak basan mahkûmlar, direnen yoldaşlarının önünde imzaladıkları yemini okumaya zorlandıklarında daha da aşağılandılar.

Ahn Hak-sop Kuzey Kore’ye ve sosyalizme olan bağlılığından vazgeçmeyi reddetti. 42 yıl dört ay parmaklıklar ardında kaldıktan 1995 yılında “Kurtuluş Günü” affının bir parçası olarak serbest bırakıldı.

Ahn 65 yaşında serbest bırakıldığında Güney Kore’de hala ABD askerlerinin varlığından dehşete düştü. “Güney Kore’deki insanlar bir kolonide köle olduklarının ve liderlerinin Amerika’nın onayı olmadan hiçbir şey yapamayacağının farkında değiller.” Diyordu.

2000 yılında Güney, 63 eski siyasi mahkûmu Kuzey’e geri gönderdi. Ahn onlara katılmamayı seçti. Bu tutumunu “Yoldaşlarımla ne yapmamız gerektiği konusunda çok fazla tartışma oldu. Beni dinleyecek tek bir kişi olsa bile Amerikan birliklerinin geri çekilmesi için bağırarak Güney’de savaşmaya karar verdim.” Diye açıklıyordu.

Ona göre Kore’deki bölünmeden doğrudan ABD emperyalizmi sorumluydu. Bu durumu şöyle ifade etti: “Siz onları zorlayana kadar ABD birlikleri asla ayrılmayacak”  Bir feodal bey, köleleri ancak hayatından endişe etmesini sağlamak için ayaklandıklarında serbest bırakır.”  

Artık ömrünün sonuna geldiğini biliyordu. Birkaç kez vatanına dönmek için uğraştı. Kimi zaman bürokratik, kimi zaman başka bahanelerle bu çabaları engellendi. Güney Kore’de onu destekleyenlerle birlikte mitingler düzenlendi. 

Ahn, Geçtiğimiz Ağustos ayında beş eski Kuzey Koreli tutuklu ile birlikte Güney Kore hükümetine  “Kuzey’e gönüllü dönüş” talebinde bulundu. Ancak resmi olarak bir izin çıkmayınca tek başına sınır hattına gidip ülkesine geçmeye çalıştı. Ancak sınırdan içeri adım atamadan Güney Kore askerleri tarafından durduruldu.

Ahn Hak-sop bütün olan bitene, yurduna ulaşamamasına rağmen, uzun yıllar işkencelerin yıprattığı bedeni hastalandığında yattığı hastanede çekilen videoda şunları söyledi: 

“Buraya geldiğim işi bitiremediğim için üzgünüm.”   

 

*Vasal:  Feodal sistemde, derebeyine hizmet karşılığında, kendisine toprak ve köylü tahsis edilen kişi. Anh bu kavramı kendisini esir alan Güney Kore egemenlerinin Emperyalizme bağlı olduklarını ifade etmek için kullanıyor.

Related Posts