Ekim İsmi

Mehmet Ali Çelebi Ergenekon kapsamında tutuklandığında hızla popülerleşeceği bir sürecin kapısı da açılmıştı.

Askeri okullardaki başarısıyla, Atatürk ilkelerini merkeze koyarak büyüttüğü AKP karşıtı söylemleriyle lafı yıllardır edilen ve her ne hikmetse varlığı bir türlü fiile çıkamayan “genç subayların” sahadaki görüntüsü olmuştu adeta…

Gelin görün ki, aynı Çelebi aradan geçen 14 yılın sonunda o kavga ettiği AKP’nin kapısında…

CHP’ye katılan, Parti Meclisi’ne giren, milletvekili seçilen Çelebi 2 yıl kadar önce CHP’den istifa etti, sonrasında “adam kazandı” lafıyla ülke siyasi tarihine geçen Muharrem İnce’nin Memleket Partisi’ne katıldı ve yaklaşık 6 ay kadar önce oradan da istifa etti. Son zamanlarda sıkça dillendirilen “AKP’ye katılacak” haberleriyle ülke gündeminde yer bulan Çelebi, gelen tepkilerden olsa gerek, şimdilik, bağımsız kalmayı tercih etti.

Bir kez daha burjuva siyasetinin ve siyasetçilerinin ilkelerden, onurlu duruştan ve halkın (ya da seçmenlerin diyelim) kendilerine atfettiği erdemlerden yoksun olduğu görülmüş oldu.

Çelebi’nin izlediği bu yol, yıllar önce yazdığı kitap vesilesiyle öğrendiğimiz ve sonrasında kaldığı bakımevinde yaptığımız ziyaretle biraz daha yakından tanıdığımız onurlu ve yurtsever bir subayı, Amiral Vedii Bilget’i hatırlattı.

Bilget’in bir asıra yaklaşan ve hep mücadele ile geçen yaşamındaki ülkesine, ilkelerine, halkına duyduğu bağlılık ve sorumluluk hissine saygı duymamak, önüne serilen fırsatların arkasında yatanları sahip olduğu toplumcu bakış açısıyla çözümlemesine sevinmemek mümkün değildi.

Bilget ziyaretimizde çok şey anlatmıştı. Ama anlattığı bir şey oldukça manidardı. Yurtsever ve toplumcu kimliğiyle bilinen Vedii Bilget’i, yanlış hatırlamıyorsam albay rütbesini almadan önce, bir NATO görevine vermişlerdi. “Adamlar o kadar utanmaz ki, gönderdikleri görevin adını ‘alıştırma görevi’ koymuşlardı.” dedikten sonra, müstehzi bir gülümseyişle “baktılar ki beni alıştıramıyorlar, 2 ay sonra geri gönderdiler” diye eklemişti.

Bilget’in bu “alıştırma görevi” esprisinin hissettirdiklerinin benzerini dergimizin dosya yazılarından, Gabriel Rockhill’e ait ve Afşin Burak Umar tarafından çevrilen yazıdaki, “uyumlu sol” ifadesi hissettirdi. İfade ABD’li gazeteci ve CIA ajanı Thomas Wardell Braden’a ait ve özünde anti-komünist ve reel sosyalizm karşıtı bir sol düşünceyi paranın ve şöhretin gücüyle yaratmayı anlatıyor.

Dosyamızın konusunu da işte bu “uyumlu sol” ve temsilcilerinin yarattığı tahribat oluşturuyor. Horkheimer, Adorno, Foucault, Marcuse ve benzerlerinin onlarca yılda yarattığı bu tahribat, bugün sosyalist solun aşması gereken en büyük engellerden biri olarak karşımıza çıkıyor.

Kapitalist düzene karşı gelişen hareketleri sınıfsal kavrayıştan uzaklaştıran ve yarattığı karmaşa ile düzen dışı solu stratejisiz bırakmaya çalışan bu çabaların güncel görünümlerine hiç de yabancı değiliz. Siyasi mücadeleyi kimlikler üzerine kuran ve sermaye sınıfını bile anlamaya çalışan, ama işçi sınıfı mücadelesinden bahsedenlere her şeyiyle saldıranlar apaçık ortadalar.

Göremediklerimiz olabilir mi? O muazzam ülke içi ve dışı networklerin, fonların, akademilerin bir yerde ortaya çıkmak ve “işte bunlar bizim adamlarımızdır” demek gibi kötü bir huyu var…

Related Posts