Ekim İsmi
Danışma Kurulu üyemiz İlker Cenan Bıçakçı’nın gazetemanifesto.com’da Bay Kemal da Silva (?) başlığıyla bir yazısı yayımlandı. Yazının girişindeki alıntıyı -Brezilya’da seçimi kazanan Lula’nın sözlerinden oluşuyor- buraya da alarak başlayalım:
“İktidarın yarattığı eşitsizlikler, ülkede birbirinden kopuk üç farklı kesimin oluşmasına neden oldu… Her şeye sahip ayrıcalıklı azınlığa karşı giderek yoksullaşan orta sınıf ve elindekileri kaybetmiş geniş kitleler. Derin yoksulluktaki artış, açlığın yeniden kapıyı çaldığını gösteriyor. Yetersiz ve güvensiz beslenme nüfusun yüzde 30’unu tehdit ediyor. Sağlık, eğitim ve bilim alanı tasfiye edilirken doğal çevre talan edilmiş durumda… Kamu güvenliği için hiçbir kaynak bırakmamışlar.”
Ne kadar da Türkiye’ye benziyor, değil mi? Şöyle farklar var tabi: Açlık bizim ülkemizde kapıdan içeri gireli çok oluyor; yetersiz ve güvensiz beslenme ülkenin çok daha büyük bir bölümünü tehdit ediyor ve kamu güvenliğinden vazgeçileli de çook oluyor… Yaşanan ekonomik krizi seçim yatırımı olarak değerlendirmeye çalışan iktidar açıkladığı maaş zamlarıyla böbürlenir, muhalefet “ben dedim de yaptın” diyerek kendine pay çıkarmaya çalışırken zamlar emekçinin cebine girmeden enflasyon karşısında eriyor.
Seçimler yaklaşıyor, seçimler üzerine tartışmalar yapılıyor, “kim aday olacak” falları açılıyor… ama seçimin gerçek anlamı yine kalın bir sis perdesinin arkasına saklanıyor. Evet ortada net bir soru var: Emekçiler Nisan’da, Mayıs’ta ya da Haziran’da sandık başına gittiklerinde seçimlerini neye göre yapacaklar?
Bu sorunun bir süredir verilen en net yanıtı “Tayyip Erdoğan gitsin de….” idi. Böylesi bir yaklaşımın sakatlığı bir yana, bugün bu düşüncede olanların sesinin 5-6 ay öncesindeki kadar gür çıkmadığının farkında mıyız? Tersine Tayyip Erdoğan belirsizliğin egemen olduğu bu tabloda iktidarı elinde tutmanın avantajlarını sonuna kadar kullanarak, bazen havuç bazen sopa ile, kendini seçimin meşru bir tarafı haline getirip, kendisinin “gitmemesinin” memleketin hayrına olacağı propagandasını sürekli besliyor.
Buna karşı 6’lı masanın üreteceği tepkiler, vereceği yanıtlar ise belirsiz. İktidar partisi AKP ile aynı siyasi kökenden gelen Saadet, Deva ve Gelecek partilerini, iktidarın küçük ortağından kopma İYİ partiyi, merkez sağın etkisiz elemanı DP’yi ve aslan sosyal-demokrat CHP’yi bir araya getiren masanın nasıl devam edeceği bile büyük bir soru işareti. Bir araya gelme gerekçeleri AKP’nin fikirlerinin iktidarda olduğu bir Türkiye’yi AKP’siz yönetmek olan bu 6’lının en büyük güvenceleriyse AKP’nin 20 yılda ülkeye vermiş olduğu muazzam tahribat ve bunun yarattığı öfkeyle, büyük ve uluslararası sermayenin onayı… Masanın son günlerde verdiği görüntü göz önüne alındığında bu güvencelerin daha ne kadar idare edeceğini de kimse bilemez.
Gelelim yukarda sorduğumuz soruya: Emekçiler sandık başına gittiklerinde seçimlerini neye göre yapacaklar?
Solun görevi tercihlerin siyasal programlar arasında yapılmasını sağlamak… Ya da tersinden söylersek, Tayyip Erdoğan’ın hatipliğinin, Kılıçdaroğlu’nun dinginliğinin, İmamoğlu’nun hazır cevap oluşunun, Mansur Yavaş’ın sessizliğinin bir seçim kriteri olamayacağını sağlamak… Seçimin bağımlı bir ülke olmak, islamcı bir ülke olmak, her şeyin parayla alınır satılır olduğu bir ülke olmakla bunların tersi arasında olduğunu anlatmak…
Bunu yapmak içinse öncelikli şart sosyalist solun siyaset alanına güçlü bir şekilde dahil olması… Daha fazla beklemeden, daha fazla vakit kaybetmeden…