Selin Aksoy

M.Ö. yaklaşık 60 yılında, Titus Lucretius Carus kendinden 250 yıl önce yaşamış olan Yunanlı filozof Epikuros’un atom kuramını açıkladığı lirik şiirine “İlkemiz şu olacak konuya girerken: Hiçten, hiçbir şey yaratılamaz tanrısal güçle/ Ölümlülerin bunca korkuya kapılmaları/ Yerde ve gökte tanık oldukları olaylara/ Gözle görülür bir neden bulamamalarındandır” dizeleri ile başlar. Doğada hiçbir şeyin rastgele olmadığı, baharda güllerin açmasının, yazın ekinlerin olgunlaşmasının tohum, yağmur, mevsimler nedeniyle olduğu, emeğin değdiği yerin tatlı yemişlerle dolduğu insanın yüreğine seslenen bir anlatımla aktarılır. Günümüzden yaklaşık 2080 yıl önce her şeyin kurucu atomlarına ayrıldığını, doğanın hiçliğe indirgenemeyeceğini, hiçten hiçbir şeyin çıkmayacağı ifadelerinin yer bulduğu Lucretius’un bu şiiri, akıl yürütmenin şiirsel bir öğretiye nasıl dönüştürülebildiğini gösteren eşsiz bir örnektir. Edmund Blair Bolles, bilimsel hayal gücünde üslubun önemine değinerek, yazınsal yeteneklerin katedral binasını ayakta tutmaya hiçbir katkısı olmayan duvar süsleri olmadığını, yazarların ne yaptıklarının bilincinde olarak, üslup ve biçim yaratarak, parçaların bir bütün oluşturmasını sağladıklarını belirtir. Bu bağlamda günümüz toplumunun veya geleceğin -olumsuz anlamda- distopya olduğunu ileri süren tezlere karşılık olarak, bilimkurgu edebiyatının bir alt alanı olarak kabul edilebilecek distopyayı mevcut düzene itiraz eden, sosyal düzeni temelinden ve sistemsel olarak değiştirme unsurlarıyla yoğrulmuş ve kimi çözüm önerileri sunan veya geleceği göstererek farkındalık yaratmaya çalışan bir tür olarak değerlendirmeyi tartışmaya açmalıyız.

Yazının tamamına erişmek için abone olmalısınız. Tıkla, abone ol

Related Posts