Hikmet Yaman

Marcel Duchamp, 1917’de New York’taki Bağımsız Sanatçılar Topluluğu’nun ilk sergisine porselen bir pisuvar gönderir: “Ben bir endüstriyel üretim parçasına ‘sanat eseri’ diye bakarsam, o andan itibaren galeri mekânında o parça sanat eseri statüsüne geçmiş olur.”

Aslında Duchamp’ın bir tür eleştiri yöntemi olarak kullandığı bu “tarz” bir başka biçimde kapitalizmin sanat ve sanatçıyla ilişkisi olarak tezahür etmiş ve “hazır-yapım” adı altında üretim ve tüketim nesneleri “sanat eseri” olarak bir pazar oluşturmuştur.

2013 yılında ressam Bedri Baykam boş bir çerçeveyi 125 bin dolara Yıldız Holding’in sahibi Murat Ülker’e satar. Aynı çerçeve, Contemporary İstanbul’da sergilemesinin ardından satın alındığı fiyatın çok üzerinde bir rakama Milanolu bir galeri aracılığı ile satılır.

Bu yazıda elbette sanatın ne ve sanatçının kim olduğuna dair bir değerlendirme yapmayacağız. Ancak kapitalizmin sanatla ilişkisi ve onu diğer tüm insana dair olan her şey gibi kâr elde edilen bir alan olarak kapsaması tam da yazacaklarımızın temelini oluşturuyor. Burada esasen kapitalizmin bu alandaki tahribatının aynı zamanda ideolojik bir tahakkümün, sömürü düzeninin devam etmesi için de bir araç olduğunun altı çizilmeli. 

AYŞE BARIM OLAYI: DURUN SİZ KARDEŞSİNİZ

“Rekabet Kanunu’nun 4. ve 6. maddelerini ihlâl ederek, kartelleşmek ve piyasadaki hâkimiyetini kötüye kullanmak” … Bu suçlamayla ID İletişim isimli menajerlik şirketine karşı başlatılan soruşturma kapsamında şirket sahibi Ayşe Barım’ın gözaltına alındığı açıklanmıştı.

Ancak daha sonra suçlama ve soruşturma kapsamı tümüyle değiştirilerek Barım, 27 Ocak Pazartesi günü “Gezi protestoları içinde yer alarak hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüse yardım etme” iddiasıyla tutuklandı. “Sızdırılan” haberlere göre ise artık bizzat Gezi’nin planlayıcıları, organizatörleri ve yöneticileri arasında yer almakla suçlanıyor. Bu kapsamda bazı sinema/dizi oyuncuları ifadeye çağrıldı.

Film de burada başlıyor. 

Ayşe Barım sinema/dizi sektörüne oyuncu sağlayan bir menajerlik şirketinin şirketin sahibi. (Sağlamak burada gerçek anlamıyla okunmalıdır. Oyuncular bir tedarik aracı olarak yer alır sektörde). Diziler, sinema filmleri, reklam filmleri için “gereken” oyuncular menajerleri aracılığıyla “sunulurlar ve bu işlerde yer alırlar. Başrol ve diğer karakterler eğer bir dizide sinema filminde ya da reklamda yer alacaklarsa mutlaka bir menajerle çalışmalıdırlar.  Ve artık şirketleşmiş, örgütlenmiş bir kapitalist yapıyla karşı karşıyasınızdır.

Denen o ki Ayşe Barım kurulan sistem içinde tekelleşmiş, menajerliğini yaptığı oyuncular, popüler dizilerde yüksek bütçelerle yer almış, yapım şirketleri, diğer menajerler üzerinde büyük bir tahakküm oluşturmuştur. Bundan rahatsız olan oyuncular için kapılar kapatılmış, aleyhlerinde kampanyalar düzenlenerek baskı ile susmaları sağlanmış.

Sektöre dair bir dikkatli bakışla, bunların Ayşe Barım üzerinden olsun ya da olmasın doğruluğunu görebiliriz. Birbirinin kopyası dizilerde hep aynı yüzler görülür. Biri bitmeden diğerine geçen, “reyting” ölçümleriyle devam eden ya da biten TV izlenceleri, içerikleri itibariyle de tam boy kapitalizmin kültürel hegemonyasını besler, devam ettirir niteliktedir.

KİMİN KAVGASI YA DA PASTAYI KİM YİYECEK?

Ayşe Barım’ın tutuklanmasının Gezi’ye bağlanması AKP’nin 22 yıldır dert yandığı “kültürel hegemonya” mücadelesinin bir parçası olarak ta okunabilir.

Tekelleşme, kayırmacılık, kapitalist sistemin mütemmim cüzleri… AKP iktidarında ifrada kaçmış üstelik. TÜSİAD bile “biraz yavaş” diyor. Bu nedenle söz konusu tahakküm isteğinin kuşların sayısını artırmak üzere Gezi’ye dönmesi de şaşırtıcı değil.

Ama Gezi üzerinden yapılan bir kayıkçı kavgasıdır. Aldatmacadır.

Milyarlarca liranın döndüğü bir sektörün kaymağını kimin yiyeceği,” sistemin hangi tarafında kim var” la örtülüyor.

Artık iktidar borazanlığında zirve yapan “kamu kurumu” TRT’nin içi boş, tarihi gerçeklerle ilgisi olmayan, “önde padişah fonda üç atlısı” konulu dizilere milyonlarca lira akıtıyor. “Gassal” gibi projelerle karşı (!) cenaha gol atma peşine de düşülüyor. 

İdeolojik tahakküm baştan beri var. “Deniz kenarına giden kadın gözlerini kuzeye dikerek iç geçirdi” sahnesinden, “kuzeyde ne var Sovyetler Birliği, o halde ‘komünizm propagandası’ yapılıyor” denerek sansür uygulanan filmlerden, bugün oto sansürle her diziye, her filme tesettürlü karakter sokan, muhafazakar aile projeleri , tarikat güzellemeleri yapılan projelerine ulaşan sistem içinde yandaşların kapıştıklarına başka bir paye biçilmemelidir.

ÖNDE KAMERA ARKADA NE VAR?

İş Kanunu’na göre, günlük çalışma süresi, en fazla 11 saat olabilir. Bu süre, normal çalışma süresi ve fazla çalışma süresi dâhil olmak üzere, toplam çalışma süresidir. İşveren, işçiden, bir gün içinde 11 saatten fazla çalışmasını isteyemez. İşçi, 11 saatten fazla çalışmaya zorlanamaz. 11 saati aşan çalışmalar, fazla çalışma olarak kabul edilir ve zamlı ücret ödenmesi gerekir.

Televizyon ve Sinema Emekçileri Sendikası bir röportajda şunları söylemişti: 

“Son 7 yılda 11+1 (yemek) yani 12 saatlik çalışma sürecini, meslektaşlarımızın kararlı duruşuyla yaygın hale getirebildik” 

Çalışma koşullarına geçmeden daha ilk ağızda bir sorun olduğu ortada çünkü yine İş Kanunu’na göre haftalık çalışma süresi 45 saati geçemez. Oysa günlük 12 saatlik çalışma süresi zorunlu hale gelince bu zaten haftalık 7,5 saat ortalama çalışma süresinin üzerinde ve yine günün tüm saatleri içerisinde ve yine belirli bir mekâna da bağlı olmadığı için uzak noktalarda yapılan çekimlerden sonra dinlenme için geçen süreler ortadan kalkmakta…

Ekip olarak belirlenen ve proje bazlı çalışmayla, projenin devam etmesine bağlı çalışılan sektörün kamera arkasında kalan emekçileri, zorlu koşullarda ve düşük ücretlerle çalıştırılmaktadır.

Popüler oyuncuların milyonlarla ifade edilen ücretleri yanında, set emekçileri için çalışma koşulları hiç gündem olmuyor.

Yukarıda tepişen fillerin ezdiği çimenler olarak set emekçileri menajerlerin pastadan pay kapma kavgasında adsızlar.

Kapitalist sömürü çarkının dişlileri figüran ajanslarında da öğütmeyi sürdürüyor. Asgari ücrete bağlı yevmiyelerle çalışan ve “yardımcı oyuncu” denerek güya onore edilen bu kesim de de öğütmeye devam ediyor. Kayıt dışılık, burada sıradanlaşmış… Başka bir yazının konusu olacak kadar geniş bir sorunlar yumağı…

Esas oğlanın Esas kızla boğazdaki yalıda geçen aşk macerası, ya da mafya güzellemeleri…

Kestik!

Related Posts