Cengiz Kılçer

Tarihin diyalektiği üç fotoğrafa sığdırılabilir mi?  Bu soruya, yakın tarihli iki olay ve üç fotoğraf üzerinden yanıt verebiliriz.

2023 yılında, Fransa’da emeklilik yaşının 62’den 64’e çıkarılmasını öngören emeklilik “reformu”na karşı milyonlarca emekçi sokaklara çıkarak aylarca süren protestolar gerçekleştirdi. Bu protestolarda çekilen iki fotoğraf, tarihsel ve siyasal açıdan çok önemli bir mesaj taşıyordu. İlk fotoğrafta, yürüyüşçülerin taşıdığı pankartta “L’avenir Appartient Aux Révolutionnaires” (Gelecek Devrimcilerindir) yazılıydı. Pankartın solunda Robespierre’in, sağında ise Lenin’in resmi yer alıyordu. İkinci fotoğrafta ise bir gösterici, elindeki dövizde “Robespierre, Reviens!” (Robespierre, Geri Dön!) yazısını taşıyordu. 19 Mart 2025’te Ekrem İmamoğlu’nun gözaltına alınmasının ardından, birçok şehirde on binlerce kişi sokaklara döküldü. Bu kez Türk protestocular, Robespierre’in resminin bulunduğu bir dövizde “İhtiyacımız olan savcı” yazısını taşıyordu. Tarihin diyalektiği, üç fotoğrafın içine sığmıştı! (Ancak Robespierre’in doğrudan bir savcı olarak görev yapmadığı da belirtelim.)

Maximilien Robespierre, (6 Mayıs 1758-28 Temmuz 1794) kimileri için dürüstlüğün, insancıllığın ve ilerici sosyal reformun, kimileri için ise despotizmin, zulmün ve kibrin vücut bulmuş halidir. Robespierre’e yönelik korku ve nefretin kaynağının kökeninde Thermidorianlar tarafından icat edilen Robespierre kara efsanesi vardır. Bu efsane iki yüz otuz yılı aşkın bir süre boyunca devam etmiş, tüm karşı devrimciler, gericiler ve liberal ideolojinin destekçileri tarafından sahiplenilerek güne uyarlanmıştır. 

Karl Marx’ın Fransız Devrimi üzerine iki tespiti yerindedir; birincisi: “Camille Desmoulins, Danton, Robespierre, Saint-Just, Napoleon, birinci Fransız Devrimi’nin partileri ve yığınları kadar kahramanları da, Romalı kılığında ve Roma’ya özgü cafcaflı sözler kullanarak, kendi çağlarının ödevini, yani modern burjuva toplumunun meydana çıkması ve kurulması işini yerine getirdiler.” [1] İkincisi: “Devlet ne kadar güçlü ve dolayısıyla bir ülke ne kadar politikse, toplumsal hastalıkların genel ilkesini kavramaya ve bunların temelini devlet ilkesinde, dolayısıyla aktif, bilinçli ve resmi ifadesi devlet olan toplumun mevcut yapısında aramaya o kadar az eğilimlidir. Siyasi akıl, tam da siyaset çerçevesinde düşündüğü için siyasi bir akıldır. Ne kadar keskin ve canlı olursa, toplumsal hastalıkları anlama konusunda o kadar acizdir. Siyasi aklın klasik dönemi Fransız Devrimi’dir. Fransız Devrimi’nin kahramanları, toplumsal eksikliklerin kaynağını devlet ilkesinde görmek yerine, toplumsal kusurlarda siyasi kötülüklerin kaynağını gördüler. Böylece Robespierre büyük yoksulluk ve büyük zenginlikte sadece saf demokrasinin önünde bir engel gördü. Bu nedenle evrensel bir Sparta tutumluluğu tesis etmek istedi.” [2]

Marx, Fransız Devrimi’nin liderlerinin ve kahramanlarının, bir yandan Roma’yı ve antik dönemi sembolize eden bir dil aracılığıyla kendi çağlarının toplumsal ve siyasal görevlerini yerine getirdiklerini belirtiyor. Burada Roma’dan alınan imgeler, klasik bir otorite ve düzen fikrinin simgeleri olarak kullanılmıştır. Ancak Marx’ın yaptığı önemli vurgu, Fransız Devrimi’nin “görevini” yerine getirmesinin, burjuva toplumunun kurulmasına yönelik olduğudur. Bu tespit, devrimcilerin kendi devrimci ideallerini savunurken, temelde burjuvazinin egemenliğine, kapitalizmin gelişimine zemin hazırladıklarını ima eder.  İkinci tespit ise, Fransız Devrimi’nin “siyasi aklının” klasik dönemi olarak tanımlanıyor ve bu, devrimcilerin toplumsal eşitsizlikleri, yoksulluk ve zenginlik gibi sorunları, toplumun yapısındaki eksiklikler ve kusurlardan kaynaklandığı fikrini savunduklarını belirtiyor. Robespierre’in devrimci erdem anlayışı doğrultusunda, toplumsal eşitsizliği engellemek amacıyla ekonomik düzene müdahale etmeyi savunduğu, Sparta tarzı bir “kanaatkârlık” ve tutumluluk anlayışını ortaya koymak istediği ifade ediliyor. Bu tutum, Robespierre’in “erdemli” ve eşitlikçi bir toplum yaratma arzusunu yansıtıyor. Ancak Marx’a göre, bu idealist tutum, devrimcilerin köklü sınıf ilişkilerini, devletin yapısını ve kapitalist ekonomik sistemi eleştirecek bir yaklaşım geliştirememenin bir sonucudur. Robespierre’in yaptığı, toplumsal eşitsizlikleri düzeltmeye yönelik bir çaba olmasına rağmen, sınıfsal çelişkilerin temelini kavrayamaması nedeniyle, devrimi burjuvaziye hizmet eden bir noktaya yönlendirmiştir. Marx, burada devrimin sadece sınıfsal değişimin değil, aynı zamanda devletin, ekonominin ve sosyal yapının yeniden şekillendirilmesinin gerektiğini vurgular. Robespierre ve devrimin diğer kahramanları, toplumsal eşitsizliklerin, devlete ve burjuva toplumunun yapısına dayanan derin yapısal sorunlardan kaynaklandığını fark edemedikleri için, devrimci projeleri aslında kapitalizmin yeniden üretimine hizmet etmiştir. Robespierre’in de dâhil olduğu eğitimli orta sınıf genç kuşağının “ideolojik” ufku Montesquieu, Rousseau ve klasiklerle sınırlıydı; sağlıklı bir toplumun ve hükümetin toplumsal ve kişisel erdemler üzerine kurulduğu inancını benimsemişlerdir. Jakoben Kulübü üyesi Charles-Engelberg Oelsner, Robespierre’e yönelttiği hangi siyasal yönetim şeklini tercih ettiği sorusunu “Lykurgos’unkini” diye yanıtladığını iddia eder. Robespierre öğrenciyken Plutarkhos’un küçük Sparta senatosu özetini okumuştur. Yunan düşünürlerinden Lykurgos, Robespierre’in dünya görüşünü şekillendiren bir figürdür ve Oelsner’in tanıklığı Marx’ı doğrular.  

Lykurgos ise Türk okurlarına yabancı değildir, Azra Erhat “Lykurgos’un Hayatı” kitabına yazdığı “Lykurgos’tan [Fidel] Castro’ya” başlıklı önsözde “Ne tuhaf!” der: “Üç bin yıla yakın bir zaman önce, Lykurgos diye bir adam aynı şeyi düşünmüş aşağı yukarı. Toplum düzeninin içinde paranın zararlı olacağı düşüncesiyle, demirden öylesine ağır bir para bastırmış ki, ne taşınır, ne saklanır. Kişiye hiçbir mülkiyet tanımayan, devlet çıkarını tek ülkü ve erek diye benimseyen bu toplum düzenine ne ad vermeli? Vaktinden önce bir sosyalizm mi, bir komünizm mi?” [3]

ROBESPIERRE’İN MİRASI

Robespierre’in devrimci mirası, yalnızca Fransız Devrimi ve 18. yüzyıl devrimci düşüncesiyle sınırlı kalmadı; bu miras, 19. ve 20. yüzyılın devrimci hareketlerine de ilham verdi ve bu süreçte önemli figürlerin düşüncelerine etkiledi. Robespierre’in hem politikaları hem de kişiliği, halkın eşitlik ve özgürlük mücadelesinin bir simgesi haline gelmiştir. Onun devrimci fikirleri ve yönetim anlayışı, sonraki devrimci hareketler tarafından güçlü bir şekilde sahiplendi.

Robespierre’in mirası, özellikle Lenin gibi 20. yüzyılın devrimci figürleri tarafından benimsenmiştir. Lenin, Fransız Devrimi’ni derinlemesine incelemiş ve onun tarihsel deneyiminden çıkarılacak dersleri kendi devrimci pratiği için önemsemiştir. Robespierre’in Fransız Devrimi’ndeki rolü, bir yandan halkın eşitlik ve özgürlük taleplerini savunmuş, diğer yandan bu taleplerin gerçekleştirilmesi için radikal bir otorite kurma gerekliliğini savunmuştu. Lenin, Robespierre’i yalnızca bir “burjuva devrimcisi” olarak değil, aynı zamanda devrimci mücadelenin güçlü bir simgesi olarak görüyordu. Robespierre’in devrimci erdem anlayışı, eşitlik ve özgürlük talepleri, Lenin’in de öne çıkardığı devrimci ideallerle örtüşüyordu. Ancak Robespierre’in bu talepleri hayata geçirme şekli, daha çok toplumsal erdem ve devletin otoritesinin birleşimi üzerine kuruluyken, Lenin’in yaklaşımı daha çok sınıf mücadelesine dayalıydı. Bolşevikler, 1903’te Rus Sosyal Demokrasisinde tanımlanabilir bir grup olarak ortaya çıktıklarında 1789’da Fransa’da başlayan ve 1871’de Fransa’da sona eren devrimci bir geleneğin tüm bileşenlerini ellerinin altında tutuyorlardı. Lenin, Haziran 1793 ile Temmuz 1794 arasında iktidarda olan Jakobenizm ile Bolşevizm arasında çarpıcı koşutluklar kurar. Bolşevik siyasi pratiğin entelektüel temeline önemli bir katkıdır bu.   

Bolşeviklerin Fransız Devrimi’ne ve Jakobenlere nasıl baktığına dair değerlendirme Lenin’le başlıyor ve daha çok onunla ifadesini buluyor.  1917’den önce Fransız Devrimi deneyimi, Rusya’da iktidarı alma planını formüle etmede paha biçilemez bir değere sahipti. Lenin’in dehası, onun Fransız Devrimi’nden, devrimci bir partinin örgütlenmesi ve taktikleriyle doğrudan ilgili içgörüleri çıkarma konusundaki istekliliği bunu fazlasıyla gösterir. Buna ek olarak, Fransız Devrimi, Lenin’in Ekim Devrimi öncesinde Rus sosyalistlerinin kendi aralarında yürüttükleri retorik savaşlarında polemik silahı olarak kullanabildiği bir politika sözlüğü sağladı.  Bu retorik savaşlarında Lenin, Milyukov ve Plehanov’a, sorar: “1793’ün büyük Jakobenlerinin tam da yaşadıkları dönemin gerici sömürgen azınlığına mensup kişilerini düşmanı olarak mahkûm etmekten korkmadıklarını reddedebilir misiniz? Tam da yaşadıkları dönemin gerici sınıfının üyelerini yani!” [4] Yine Lenin’e göre burjuva tarihçileri Jakobenizmi bir düşüş (alçalma), proleter tarihçileriyse ezilen bir sınıfın kurtuluş mücadelesindeki en yüksek zirvelerden biri olarak görürler. Jakobenler Fransa’ya demokratik devrimin ve hükümdarların cumhuriyet karşıtı ittifakına karşı direnişin en iyi örneklerini sunmuşlardı. Jakobenlerin tam zafere ulaşmaları mümkün değildir, bunda temel sebep on sekizinci yüzyıl Fransa’sının Avrupa kıtasında çok sayıda geri ülkeyle çevrili olması, Fransa’nın ise sosyalizm için gerekli maddi temelden yoksun bulunmasıdır. Zira ne bankalar vardı, ne kapitalist tröstler, ne makineli sanayi, ne de demiryolları.  

BURJUVAZİYE KARŞI HALKIN ERDEMİ: ROBESPIERRE’İN DEVRİMCİ TOPLUM MODELİ

Şu alıntı Robespierre’in düşünce dünyasına ve özellikle Devrim sürecindeki siyasal tavrına çok güzel bir pencere açıyor “(Courtois tarafından yayınlanan Robespierre’in karnesinden notlar.)  Amaç nedir? Anayasa’nın halk yararına uygulanması. Düşmanlarımız kimlerdir? Ahlâksız ve zengin kişiler. (Daha sonra): İçerideki tehlikeler burjuvalardan geliyor; burjuvaları yenmek için halkı bir araya getirmek gerek…” [5]

Robespierre, ticaretin, yalnızca sınırlı sayıdaki bireyin aşırı servet biriktirmesinin aracı değil, aynı zamanda kamusal refahın ve toplumsal zenginliğin temel kaynağı olduğu bir düzenin tesis edilmesi gerektiği savunur: “ticaretin yalnızca birkaç bireyin muazzam zenginliğinin kaynağı değil, aynı zamanda kamusal zenginliğin kaynağı olduğu bir düzen istiyoruz.” [6] Robespierre, hırsı bireysel çıkar arayışı olarak değil, halkına hizmet etme ve ülkesinin onurunu kazanma arzusuna dönüştürmeyi savunur. Toplumda herkes eşit olmalı ve toplumsal farklılıklar yalnızca eşitlikten doğmalıdır. Bu anlayışla, yurttaşlar yöneticilere, yöneticiler ise halkına karşı sorumlu olmalıdır. Devletin amacı, her bireyin refahını güvence altına almak ve herkesin ülkesinin gelişmesinden gurur duymasını sağlamaktır. Robespierre’e göre her birey, cumhuriyetçi duygularla büyümeli ve büyük bir halkın saygısını kazanma ihtiyacıyla yücelmelidir. Sanatlar, özgürlüğün birer süsü olarak gelişmeli, ticaret ise sadece zengin ailelerin yararına değil, kamu refahı için bir kaynak olmalıdır. Bu anlayış, Robespierre’in ideal cumhuriyetinin temel taşlarını oluşturur ve bireylerin erdemli bir toplumda eşitlik içinde yaşamalarını amaçlar. Sonuç olarak, Robespierre’in cumhuriyet anlayışı, halkın iyiliğini gözeten, adaletli ve erdemli bir toplum düzeni kurmayı hedefler. Bu düzenin temeli, bireysel çıkarların değil, toplumsal yararın önde tutulduğu bir toplum modelidir.

Robespierre’in “burjuva” kökenli olduğu, “burjuva” devrimcisi olduğu söylenegelir.

Peki, öyle mi?

Yazıyı bu soruya Lenin’in verdiği yanıtla bitirelim o halde: “Feodalizme ve otokrasiye karşı mücadele ‘politikasının sürdürülmesini’, yani özgürleşmekte olan burjuvazinin politikasını, bunak bir burjuvazinin, yani emperyalist burjuvazinin, yani bütün dünyayı talan etmiş, feodallerle ittifak halinde proletaryayı baskı altında tutan gerici burjuvazinin ‘politikasının sürdürülmesi’ ile kıyaslamak, arşınla dirhemi kıyaslamak demektir. Bu, Robespierre, Garibaldi, Şelyabov gibi “burjuva temsilcileri”ni, Millerand, Salandra, Guçkov gibi “burjuva temsilcileri” ile kıyaslamak anlamına gelir. Yeni ulusların milyonlarca üyesini feodalizme karşı mücadelede uygar bir varoluş seviyesine yükselten burjuva “anavatanlar” adına dünya tarihi açısından konuşma hakkına sahip o büyük burjuva devrimcilerine derin saygı duymadan Marksist olunamaz.” [7]

Bugün Robespierre’in adını haykıranlar, yalnızca bir tarihi şahsiyeti anmıyorlar; özgürlük ve eşitlik için verilen evrensel mücadeleyi yeniden sahipleniyorlar.

 

NOTLAR

[1] Karl Marx, Louis Bonaparte’ın 18 Brumaire’i (Ankara: Sol Yayınları, 1976).
[2] Karl Marx ve Friedrich Engels, Marx & Engels Collected Works, c. Volume 3 Karl Marx March 1843-August 1844 (London: Lawrence & Wishart Electric Book, 2010).
[3] Plutarkhos, Lykurgos’un Hayatı, çev. Sabahattin Eyüboğlu ve Vedat Günyol (İstanbul: Çan Yayınları, 1967).
[4] V.İ. Lenin, Bütün İktidar Sovyetlere 1917 Yazıları (İstanbul: Agora Kitaplığı, 2013).
[5] Maximilien Robespierre, Devrimin Bağrından, çev. Vedat Günyol (İstanbul: Çan Yayınları, 1975).
[6] Peter McPhee, Robespierre Devrimci Bir Yaşam (İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2015).
[7] V.İ. Lenin, Seçme Eserler Emperyalizm ve Emperyalist Dünya Savaşı (İstanbul: İnter Yayınları, 1995).

Related Posts