Sosyalizmsiz bir dünya ne kadar kötü olabilir?
Türkiye’de ve dünyada, özellikle Sovyetler Birliği’nin çözülüşünden sonra, sosyalizme sahip çıkan, tutunan, sosyalizmin kazanımlarına sıkı sıkıya sarılan ve bunun için örgütlü mücadele eden, işçileri emekçileri örgütlemeye çalışan, gündelik yaşamda karşılaşılan sorunların, zorlukların sınıfsal bir nedeni olduğunu ve bunun ancak ve ancak sosyalist bir düzenle aşılabileceğini söyleyen insanlara en çok söylenenlerden biri “siz de ne olsa sosyalizme bağlıyorsunuz” cümlesiydi.
Bu cümleyi sosyalizmi bir ütopya, gerçekleşmesi mümkün olmayan bir hayal olarak görenlerden duyabildiğiniz gibi devrimci mücadele yürütenler içerisinden de duymak mümkündü ne yazık ki. İşin kötüsü her durumda bu söylemin ucunun açıldığı tehlikeli bir kapı vardı: “Sosyalizm olmadan da iyi, güzel, insanlık için hayırlı şeyler olabilir…”
Bu düşüncenin ne kadar büyük bir hastalık olduğu zaman içerisinde daha görünür hale geldi. “Sosyalizm olmadan…” atılan tüm adımların, üzerlerindeki tüm makyaja, sunulurken kopartılan tüm şamatalara, şatafata rağmen tamamen sınıfsal bir bilinçle ve sermaye sınıfının o doymak bilmez açlığını doyurmak için atıldığı apaçık ortaya çıktı ve evet, sermaye sınıfının bir parçası, ideoloğu, siyasetçisi, bürokratı, askeri, yandaşı değilseniz sizin için hiçbir şey iyi gitmiyor!…
Yıllar öncesinden başlayan ve “bakın işte, o eleştirdiğiniz düzen de halk için bir şeyler yapıyor” diye savunulan iki dönüşüm hikayesi bu açıdan tekrar hatırlanmalı. Biri kentsel dönüşüm diğeri sağlıkta dönüşüm…
Kentsel dönüşüm projeleri ilk dillendirilmeye başladığında ülkenin sosyalistleri, kamu yararına çalışmayı görev bilmiş meslek odaları, toplumcu aydınları, halktan yana akademisyenleri bunun bir kandırmaca olduğunu, kentsel alanların yerli ve uluslararası sermayenin yağmasına açılacağını, emekçilerin kent merkezlerinden uzaklaştırılacağını yazıp, söylüyorlardı. “Sosyalizmsiz de …” iyi bir şey olacağını düşünenlerse deprem riskine karşı evlerinin devlet eliyle yeniden yapılacağına, 5 kuruş harcamadan yepyeni evleri olacağına inanıyorlardı.
Ya da “artık kuyruklarda beklemek yok”, “istediğiniz hastaneye gidecek istediğiniz gibi tedavi olacaksınız” popülizmiyle pazarlanan sağlıkta dönüşüm… Adım adım özelleştirilen, kamucu niteliği yok edilen, sağlık emekçilerinin güvencesizleştirildiği ve taşeronlaştırıldığı, kent içindeki önemli bir dizi hastane hizmet veremez duruma getirilirken yandaşların zengin edildiği şehir hastanelerinin tek yol haline getirildiği bir sağlık sistemi ve sürekli hedefe konulan sağlık emekçileri.
Dergimiz baskıya hazırlanırken, en yetkili ağzın yıllar önce “hekimler iğne yapmaktan aciz” diyerek başladığı, kısa zaman önce “giderlerse gitsinler” dediği, gerici basının “beyaz önlüklü zorbalar” diye kodladığı sağlık emekçilerinden biri daha saldırıya uğradı ve ne yazık ki hayatını kaybetti. Sağlık emekçilerine yönelik şiddete karşı protesto eylemlerine polis saldırdı. Pandeminin “baştaçları” ayaklar altına alınmaya çalışıldı.
Gördük ki sağlık emekçileri boyun eğmeyecek. Gördük ki, tıbbiye bir kez daha karanlığın karşısına dikilecek…
Gelelim başa… Sosyalizmsiz bir dünya ne kadar kötü olabilir?
Bugünün Türkiye’sine baktığımızda gördüklerimiz o kötülüğün ölçütüyle ilgili bazı fikirler veriyordur. Kiraların maaşlardan fazla olduğu, hekimlerin öldürüldüğü, ölümü protesto edenlerin polis saldırısına uğradığı bir tablo ne yazık ki bu işin dibi değildir.
“Sosyalizmsiz asla…” demeye başlamadan iyi bir şeyler yapmak da artık mümkün değildir…