Zehra Tütüncü

19 Mart darbesinin gölgesinde gündeme gelen 2025 1 Mayıs’ı Türkiye’de işçi sınıfının durumu ve mücadelesi bağlamında da bazı hatırlatmaları ve değerlendirmeleri yapmayı gerektiriyor.

İŞÇİ SINIFININ SİYASET SAHNESİNDE YER ALMASI NE DEMEKTİR?

Günümüzde kapitalist ülkelerde ve burjuva sistemler içerisinde işçi sınıfına atfedilen rol kimlik siyasetinin bir değişkeni ya da türevi olarak ortaya çıkıyor. Bu tartışmaların bir yanında sınıfın kompozisyonu ve dönüşümü ile ilgili abartılı yorumlar yer alırken diğer tarafta ise “işçi”nin toplumsal statülerden birine indirgenmesi durumu mevcuttur.

Özellikle 1990’lı yıllardan itibaren egemen bir karakter kazanmaya çalışan bu görüşün özü sınıf mücadelesinin kimlik siyasetine ve ekonomizme indirgenmesi, devamında ise kimlik siyasetinin sınıf siyasetine baskın hale getirilmeye çalışılmasından ibarettir.

Türkiye’de güncel olarak buna yakın bir sendikal siyasal anlayışın olduğu ve uzun yıllardır işçi sınıfının bağımsız siyasal hattının biçimlendirilmesi denilen olgunun geri plana atıldığı herkes için açık olsa gerektir. Oysaki yapılması gereken, sermaye düzeninin ve onu biçimlendiren güçlerin siyasal anlayışının dışında işçi sınıfının çıkarlarının savunusunun ve alternatif bir düzene işaret edilmesinin yolunun yapılmasıdır. İşçilerde bu bilincin ve eylemin kendiliğinden ortaya çıkmayacağı sabit olduğundan dolayı, sınıf siyasetine öncülük edecek yapıların kurulması ve görevlerini icra etmeleri şart olarak değerlendirilmelidir. Bu güçler ise sosyalist ve komünist partiler ile, mücadeleci sendikalardır.

GENEL GREV İŞÇİ SINIFININ BÜYÜK BİR SİLAHIDIR

Eğer ki, işçi sınıfının mücadelesini ekonomik mücadeleye indirgemeyeceksek, bunun siyasal mücadele ile bağlarını tesis etmek gibi görevimiz bulunduğu açıktır. Normal koşullar altında sendikal faaliyetin doğal bir uzantısı olan grev silahı ücretler ya da çalışma süreleri ile yürütülen pazarlığın tıkandığı noktada gündeme getirilen bir araç olarak algılanmakta, uygulanmaktadır. Burjuva hukuku içerisinde de yer verilmiş olan grevler kimi zaman lokal ölçeklerde etkili olmakta, kimi zaman sendikaların durumu kurtarması için bir araç olarak kullanılmakta, genelde ise sermaye iktidarı tarafından yasaklanmaktadır. Ancak bu tür grevlerin merkezinde duran temel anlayış ekonomik temelli sorunların çözülmesi ile ilgili meselelerdir.

Bunlarla birlikte işçi sınıfının fiili ve meşru bir şekilde hayata geçirdiği büyük iş bırakma eylemleri gerek ekonomik mücadelenin konusu gerekse siyasal mücadelenin konusu olarak gündeme gelebilir. Bunun yakın tarihimizdeki ekonomik temelli örneği olarak 2015 yılında metal işçilerinin direnişe dönüşen büyük iş bırakma eylemlerini verebiliriz.

Bu tür eylemlerin siyasal bir içerik kazanarak işçi sınıfının neredeyse bütün bölmelerinin ağırlık koymasıyla hayata geçirilen genel grev ise sınıf mücadelesinin en büyük ve önemli silahıdır. Türkiye işçi sınıfının mücadele tarihinde 1976 yılında DGM direnişi adıyla yer alan genel grev süreci, işçi sınıfının demokratik haklar ve siyasal mücadele alanının daraltılmasına verdiği büyük bir tepki olarak yer almıştır.

Yakın tarihimizde, Gezi direnişinin büyük bir zafere doğru taşınamamasının temel nedenlerinden biri, işçi sınıfının güçlü, büyük ve örgütlü tepkisinin siyasal olarak ortaya konulamamasıdır yani genel greve gidilememesidir. Bunda Türkiye solunun zayıflıkları kadar sendikal alanın düzen siyasetine terk edilmiş olmasının da büyük bir payı olduğunu not etmek gerekmektedir.

19 MART DARBESİ VE DİSK’İN “AYAĞA KALKIŞI”

Genel grev 19 Mart darbesi ile birlikte de yakıcı bir şekilde tartışılır olmuştur. Özellikle boykot gibi araçlarında devreye alınması, tüketimden gelen gücün tali, üretimden gelen gücün asli olduğunun bir kere daha bilince çıkartılması için olanak sağlamıştır. Ancak bugün mücadeleci sendikacılığın odağı olarak görülebilecek ve tarihsel bir birikime dayanan DİSK bunları hayata geçirmekten uzak bir pozisyondadır.

CHP’nin Saraçhane eylemlerine katılarak orada bayrak gösteren DİSK, ülkede siyasal süreçlerde büyük bir kızışma yaşanılan ortamdaki günlerden bir gün, 28 Mart tarihinde iş bırakma eylemi ilan etmiştir. Oldukça etkisiz olan bu iş bırakma eylemi, ne yazık ki işçi sınıfının siyasete müdahale etmesinin bir aracına dönüşememiştir.

NEDEN BU NOKTADAYIZ VE ÇIKIŞ NEREDE?

Hayata geçirilemeyen noktaların muhasebesinin yapılması kadar nedenlerine de odaklanmak elbette büyük önem taşıyor. İşçi sınıfının örgütlenmesinin ve siyaset sahnesine ağırlık koymasının yolu, sermaye düzenine alternatif bir yolun örgütlenmesinden geçmektedir. Dolayısıyla sendikalarından, siyasi partilerine kadar bu yolun gerekleri yerine getirilmelidir. Bu yolda demokrasi mücadelesinin bir hedef olmaktan ziyade bir sonuç olarak görülmesi, sermaye düzeninin aktörlerinden bağımsız hattın teşkil edilmesi, emekçilerin sermayeye karşı mücadelesi ile birlikte gericiliğe ve emperyalizme karşı mücadele hattının ortaya çıkartılması esastır.

İşçi sınıfının birlik, mücadele ve dayanışma günü olan 1 Mayıs’lar bu anlamda bir çıkış, sınıf siyasetinin yükseldiği bir gün olarak kurgulanmalıdır.

Düzen siyasetine kurban edilmeyen 1 Mayıs’lar süreklileşmiş bir mücadelenin en önemli kilometre taşları olmaya adaydır.

Bu açılardan, 1 Mayıs işçi sınıfının siyaset sahnesidir…

Related Posts