Gündem

Ukrayna Savaşı yeni bir ekonomik savaş mı?


Seyhun Sarıtaş

Emperyalizmin yönelimlerinin ve sonuçlarının soyutlanması

Sermaye, kâr oranlarını maksimize etmek yani iş gücü ödemelerini düşürmek ve yaratılan emeğin değerini arttırmak (yani sömürünün boyutunu arttırmak) amacıyla hareket etmektedir. Bu durum, Marx’ın ortaya koyduğu gibi kapitalist üretim modelinin yapısal olarak yaşadığı krizleri doğurmaktadır. Kapitalizmin girdiği krizler ise yine sermayenin çıkarlarına göre inşa edilen devlet aracıyla onu çözüm arayışlarına itmektedir. Çözümler kapitalizmin tarihinde farklı şekillerde toplumsal olaylar meydana getirebilir. Kaba bir örnek verecek olursak;1929 buhranı sonrası 1970’lere dek hakim olan Keynesyen ekonomi politikaları, yaşanan kriz sonrası farklı bir ekonomi politikasına geçişin önünü açmıştır. 1980’lere gelindiğinde sermaye açısından hakim olan arz yanlı iktisat politikaları ise daha farklı bir süreci doğurmaktadır.

Kapitalizmin en yüksek aşaması olan emperyalist dönemde ise sermaye ihracı ile birlikte sömürünün boyutu uluslararası bir duruma gelmiştir. Keza bu durumun oluşması ise kapitalizmin yaşadığı krizlerin ve çözüm önerilerinin sonuçları sebebiyledir. Emperyalistler sömürmek için her türlü yıkımı beraberinde getirirken, her ne kadar kendine uyumlu burjuva iktidarları ile iş birliği yapsa da bu iktidarların uyguladığı ekonomi politikaları etkinsiz olmaktadır. Emperyalizme yaranmaya çalışan, onunla iş birliği yapan iktidarlar öyle ya da böyle daha bağımlı hale gelmiş ve kötü sonuçlara katlanmak durumunda kalmıştır. Bu düşüncenin eksenini değerlendirirken emperyalizme karşı duran halkların yaşadığı ambargonun veya maruz kaldığı yaptırımların sonuçlarına baktığımızda, elbette farklılıklar olsa da sonuç olarak; iş birliği yapan iktidarların yaşadığı bağımlılık ve ekonomik kötü gidişat anlamında benzer çıktılar ortaya konmaktayken bugün emperyalizme karşı dururken refah seviyesini yükselten ekonomilere rastlamak da mümkündür. 

Zayıf halka ülkelerdeki burjuva iktidarların bir yanıyla akıl olarak ortaya koyduğu emperyalizm ile uyum politikası uzun vadede etkinsiz olmakla birlikte emperyalizmin genel yönelimleri dışarısında adım atmak, emperyalizmle ne kadar uyumlu olsan da yine etkinsiz olmaktadır. Örneğin Türkiye’nin 1950’lerde yabancı sermaye çekmek adına oluşturduğu hukuki zemine rağmen ülkeye yabancı sermaye girişleri artmamıştır. Çünkü emperyalizm farklı bir politika izlemektedir. Burjuva iktidarların çöküş sorunu ise burada yaşanmaktadır. Emperyalizm ile uyum sağlamazsan gerek ekonomik, gerek askeri, gerek sosyolojik, gerek felsefi çöküşe itilirsin. 

Emperyalizmin savaşlar ve askeri müdahaleler ile oluşturduğu iktidarlar da bu sebeple uzun vadede çöküşe mahkûmdur. 

Küreselleşme, küreselleştirme… Bir hikâye son mu buluyor?

Bu soyutlamaların ekseninde ise emperyalizmin yeni dönemi olarak nitelendirecek olursak, 1980 ile birlikte girilen, “küreselleşme” olarak adlandırılan, tarihin sonu gibi tezlerle pekiştirilen dönemin sonuçları bugün tam anlamıyla karşımızda durmaktadır. 

Bu dönemde özelleştirmeler artmış, sermaye hareketleri serbestleşmiş, uluslararası ticaret hacmi çok büyük oranda artmıştır. 

Dış ticaretin korumacı veya tam anlamıyla serbest olmasını savunan görüşler yüzyıllardır var olsa da 1980’lerde emperyalizmin attığı bu adım bir kuşatma niteliği taşımaktadır.

Uluslararası ticaret örgütleri, uluslararası bankalar ve uluslararası anlaşmalar bu dönemde kilit rol oynamıştır.

1990’ların başında çift kutuplu olarak şekillenen dünya, SSCB’nin yıkılması ile birlikte tek kutuplu bir hale gelmiştir. Emperyalist ABD ise öncelikle kâr oranlarını ve uluslararası hegemonyasını arttırmak amacıyla hareket etmektedir. 

1989 yılında imzalanan Washington Uzlaşması ile birlikte ekonomik ve sosyolojik olarak küreselleşmenin rayları döşenirken, toplumsal direncin kırılması hedeflenmiş, bireysellik ön plana çıkarılmış, alt kimlikler popülerize edilmiş ve tüm bunların gerçekleşmesiyle sınıf bilincinin geriletilmesi hedeflenmiştir. (Önder, 2016)

Uluslararası ticari faaliyetlerin serbestleşmesini okurken sosyolojik etkilerini de ortaya koymamız gerekmektedir. SSCB’nin yıkılması ile oluşan MC Donald’s kuyrukları, ADİDAS düşkünlüğü, görünürde markaların küreselleşmesi ile birlikte kişilerin tüketimlerini de ortaklaştırma -tekelleştirme- eğilimi ortaya koymuştur.

SONY, İKEA, BURGER KİNG, APPLE, SAMSUNG, TOYOTA, NİKE, STARBUCKS gibi markalar bugün küresel ölçekte çok yaygın hale gelmiştir. 1980 öncesi uluslararası alanda markalaşma ve yaygınlaşma çok düşük seviyedeyken hatta bu durumun yani markaların bu şekilde farklı ülkelerde bulundurulmasının ülke ekonomilerine zarar vereceği düşünülürken, 1980 sonrası çok daha normalleştirilmiş ve zenginlik getireceği söylenmiştir. (Karafakioğlu, 2019)

Ticari şirketlerin kâr oranları geçmiş dönemlere göre artarken, reklam harcamaları gibi kapitalizm içerisinde “israf” olarak adlandırılabilecek satışları arttırma amaçlı harcamalar büyük ölçüde artmıştır. 

Bu dönemden sonra gelişmekte olan ekonomilerin bağımlılığı büyük ölçüde artmıştır. Devletin ekonomideki etkisi küçültülerek, bağımsız merkez bankalarının etkinliği öne çıkarılmış ve sermaye aktarımının gerçekleşmesi için uygun koşullar oluşturulmuştur. Yüksek politika faizi, dengeli kur, yabancı sermayenin hareketlerini serbestleştiren hukuki zemin ile birlikte merkez sermaye gelişmekte olan ekonomilere çekilerek, kısa vadede yatırım artışıyla birlikte, istihdamı ve büyümeyi arttırıcı etkide bulunmuştur. Ücretlerin emperyalist merkezlerde yüksek olması sebebiyle maliyetleri düşürmek adına ücretlerin düşük olduğu alanlarda fabrikalar ve üretim tesisleri kurulmasına öncelik verilmiştir. 

Almanya’da fabrika kurmak, Asya’da, Afrika’da fabrika kurmaktan daha maliyetli olduğundan üretimin yapıldığı alanlar değişmiştir. (Stiglitz, 2018)

Küreselleşmenin istihdam getireceği yönündeki bu yaklaşım bir süre etkili olsa da uzun vadede tekrardan teknolojik girdilerin yoğunlaşmasıyla gelişmekte olan ekonomilerde de işsizliği yüksek oranlara çıkarmıştır. 

Doğrudan yatırımların arttığı dönemlere dikkat edecek olursak kriz dönemlerine kadar (1994, 2000, 2008) artış eğiliminde olduğu ve krizlerde düşüş yaşasa da sonraki dönemlerde büyük ölçüde arttığı görülüyor. Fakat bu artış özellikle 2018 Trump’ın ABD başkanı seçildiği dönemden sonra büyük ölçüde azalma ortaya koyuyor.

Küreselleşme döneminin başlarında televizyonlar, yazarlar, akademik çevreler bu dönemi büyük kurtuluş olarak görürken bugün tersi bir süreç işlemektedir. Küreselleşmenin sonuçları artık herkes tarafından başarısız olarak görülmektedir. Bu durum 1789 Fransız Devrimi’nde burjuvazi iktidarı almadan önce kilisenin ticaret gemilerine yaklaşımı ve burjuvazinin iktidarı alması sonrası kilisenin yine ticaret gemilerine olan yaklaşımındaki değişime benzemektedir. Emperyalizmin politikaları değişirken ele geçirdiği üstyapı kurumları bu yönelimleri onaylamaktadır. 

2018 yılında Trump’ın söylemleri doğrudan yabancı yatırımlarla birlikte yabancı portföy yatırımlarını da, özellikle gelişmekte olan ekonomilerde azaltmıştır. Bu dönemin sonuna gelinmesinde en büyük rolü Çin’in ekonomik yükselişi oynamaktadır.

Çin’in 1990’lardan itibaren dünya ticaretinde artan hacimli bir şekilde yer kaplamaya başlaması ve bu ekonomik büyüme ile birlikte uluslararası ticaretini güçlendirmek adına ortaya koyduğu politikalar ve yatırımlar ABD emperyalizmini tedirgin hale getirmiştir. Önümüzdeki 10 yıl içerisinde Çin’in dünya ticaretindeki en çok paya sahip ülke olması bekleniyor. Bununla birlikte 1990’larda 300 dolardan bugün 10.000 dolar seviyelerine ulaşan kişi başına düşen gelir, bir başarı olarak ortaya konmakta. ABD bugün en çok ithalatı yaparken, Çin en çok ihracatı yapan ülke konumuna gelmiştir. ABD ekonomisi cari açıklara rağmen zenginleşmeye devam etse bile uzun vadede bu durumun sürdürülebilirliği tartışma konusudur. Bu sebeple artık yatırımları ulusal hale getirme isteği anlaşılmaktadır.

Aşağıdaki tabloda ise bazı ülkelerin dünya gelirinden aldığı paylar oransal olarak verilmektedir.

GDP, current prices (Billions of U.S. dollars) 2000 2021. 2000. 2021
China, People’s Republic of 1205,532 16862,98 3,54% 17,76%
France 1362,525 2940,428 4,01% 3,10%
Germany 1948,843 4230,172 5,73% 4,46%
India 476,636 2946,061 1,40% 3,10%
Japan 4968,359 5103,11 14,61% 5,38%
Russian Federation 278,264 1647,568 0,82% 1,74%
Spain 598,628 1439,958 1,76% 1,52%
Turkey 274,321 795,952 0,81% 0,84%
United Kingdom 1661,335 3108,416 4,88% 3,27%
United States 10250,95 22939,58 30,14% 24,16%
World 34016,1 94935,11 100% 100%
©IMF, 2021

 

Çin’in 2000 yılında dünya gelirindeki payı %3,54 seviyesindeyken 2021 yılında %17,76 seviyesine çıkmış, ABD’nin ise 2000 yılında %30,14 seviyesindeyken 2021 yılında %24,16 seviyesine düşmüştür ve bu eğilimin ilerleyen yıllarda devam etme beklentisi artmıştır. 

Trump’ın bu durumu tehdit olarak görmesi ve yatırımların ABD’ye yönelmesi noktasındaki yaklaşımları küreselleşme ile birlikte dizayn edilen dünya ticaretini, ülkelerin ekonomi politikalarını aniden farklı bir döneme sokmuştur. ABD’nin yönelimleri gereği merkeze çekilen sermaye, ABD’de para bolluğu sebebiyle oluşan enflasyonu ortaya koyarken, gelişmekte olan ekonomilerde dolar çıkışı gerçekleşmiş ve bu ülkelerin paraları dolar karşısında değer kaybetmeye başlamıştır. Türkiye son yıllarda bu durumdan en çok etkilenen ülke niteliği taşımaktadır. Artan dolar kuru ise sanayi ve tarım gibi üretim sektörlerinin az olduğu, hizmet sektörünün büyük bir yer kapladığı ekonomilerde ithal edilen ürünlerdeki fiyat artışları dolayısıyla maliyet yanlı bir enflasyon ortaya koymuştur. 

Sonuç olarak küresel enflasyonist ortam bugün karşımızda durmaktadır. Tüm bu yaşananları pekiştirecek ve hatta tam da denk gelecek şekilde önce Covid-19’un dünya ticaretini daraltıcı etkisi, sermayenin riskler sebebiyle merkeze çekilmesi yaşanmıştır. Covid-19’un normalleşmesiyle, düzelme eğilimi göstermesi beklenen ekonomik veriler Ukrayna Savaşı ile birlikte daha da kötü bir görüntü sunmuştur.  

UKRAYNA SAVAŞI YENİ BİR EKONOMİK SAVAŞ MI?

Emperyalizm, Çin’in yükselişine karşı hamle olarak ekonomik yaptırımları zaten uyguluyordu. Çin markalarının küresel ölçekte yükselmesi ile markalara yapılan yaptırımların yanı sıra ticari ilişkileri de gözeterek adım atıyordu. Emperyalizmin SSCB’nin yıkılışı sonrası genişleme politikasının ayaklarından biri olan, ekonomik ve askeri bağımlılaştırma ve etkisizleştirme, NATO’nun Doğu Avrupa ülkelerini bünyesine katma isteği Ukrayna’da yaşanan savaşın temelini oluştursa bile aynı zamanda emperyalizm ile uyumlu olmayan ülkelerin yükselişini önlemek ve onlara karşı tehdit oluşturmak amacı da taşımaktadır. ABD Başkanı Biden 2021 BM Genel Kurulu’nda açık bir şekilde Çin ile ilişkileri üzerinden bir soğuk savaş başlatma niyetinde olmadığını söylese bile 2022 yılının başında Ukrayna’da ortaya çıkan durum bir kutuplaşmanın nüvelerini ortaya koymaktadır.  

Rusya’nın NATO’nun genişlemeci politikalarına karşı koyduğu tepki ile birlikte emperyalist merkezler Rusya’ya yönelik yaptırımları ortaya koymuş durumda. 

Rusya’ya yönelik yaptırımların en ağırı aslında SWİFT anlaşmasından çıkarılması oldu. Bu durum Rusya’yı uluslararası ticarette zor duruma düşürse bile, %35’in üzerinde bir oranda Rusya doğalgazına bağımlı olan Avrupa ülkeleri, doğalgaz ticaretinde kullandığı bankaları hâlâ anlaşmaya dahil etmiş durumda. Kuzey Akım 1 (Kuzey Akım 2 2022 yazı öncesi açılması bekleniyordu, Polonya ve Ukrayna’ya ödenecek transfer ücretlerini kesecek bir boru hattıydı ancak bugün Almanya açılmasının mümkün olmadığını söylemekte) gibi Rusya’dan Avrupa’ya gaz transferinde kullanılan boru hatlarında yaptırımlar sonrası oluşabilecek kesinti için Avrupa ülkeleri önlem adımları atmaya başladı bile. LNG ithalatı için Azerbaycan düşünülse bile herhangi bir kutuplaşma ortamında Azerbaycan’ın alacağı tutum da farklılaşabilir. LNG ihracında ABD en güçlü durumda ve 2021’in son aylarından itibaren İngiltere’ye LNG ihracı katlanarak artıyor. Biden yine 2021 BM Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada iklim değişikliği, nükleer silahlanma gibi konulara da değinmişti.   

Rusya hammadde ihracı ile uluslararası ticaret yapan bir ülkedir. 

Ham petrol, petrol ürünleri, makine ve ekipman, doğalgaz, demirli materyaller, dizel yakıt, sıvı yakıtlar, kömür, buğday, alüminyum, kereste, demir cevheri, nikel başlıca ihraç ettiği ürünlerdir. 

İthal mallarında ise makine ve ekipmanlar, ilaç, binek otomobiller, giyim, mobilya, kamyonlar, et, kahve, kakao, tereyağı gibi ürünler başı çekmektedir. 

Rusya’nın ihracat ürünlerinin önünün kesilmesi ve bu ürünlerin ABD ve ABD menşeili şirketler aracılığıyla dünya ticaretinde yeniden dizayn edilmesi, yukarıda bahsettiğimiz dünya ticaretindeki Çin’in etkisine karşı emperyalizm tarafından verilecek en iyi cevap olabilir. 

Savaş ile birlikte petrol fiyatlarında artış, Türkiye’de Rusya ve Ukrayna’dan ithal edilen ürünlerdeki (benzin, ayçiçek yağı, buğday gibi) fiyatlarda artış ve kıtlık gibi bir durum söz konusu olmuştu. Rusya aynı zamanda demir, çelik, nikel, alüminyum, palladyum gibi araba üretiminde kullanılan ürünlerin de ihracatında önemli bir yere sahip durumda. Ukrayna’nın ihraç ettiği kütük ve levha demiri Avrupa ithalatı açısından da önemli bir durumda. Savaşın uzun sürmesi ve yaptırımların artması durumunda bu ürünlerde de ultra fiyat artışları ortaya çıkabilir. 

Yukarıda bahsettiğimiz sermaye hareketleri ile şekillenen küresel enflasyonist ortamın var olmasının üzerine eklenen uluslararası ticareti daraltıcı etkide bulunan yaptırımlar ve riskler sebebiyle oluşan fiyat artışları küresel enflasyonist ortamı pekiştirmiş durumda. FED’in yıllar sonra uyguladığı faiz artırımı ile birlikte çevresel ekonomilerde dolar kuru bir ölçüde yukarı hareket ederken, Rusya’nın SWİFT’ten çıkarılması ile ticarette kullanılması düşünülen ve savaş riskleri sebebiyle güven etkisi yaratan altın fiyatları artışı durmuş durumda.

Büyük ölçüde küreselleşen ve yaklaşık 40 yıldır uluslararası ticarete göre şekillenen ülke ekonomilerinin tam anlamıyla sınırların çekildiği bir dünya modeline geçişi kısa vadede mümkün gözükmemektedir. Bugün çoğu marka Rusya’dan çekilirken ve yaptırım uygularken bunların ikameleri oluşmaya başladı bile. Uzun vadede her ne kadar mümkün görülse bile asıl hedefin ABD’nin dünya ticaretindeki etkinliğinin artırılması olarak okunuyor. Bir yanıyla tam tersi bir değerlendirme yaparak, Çin, Rusya gibi ülkelerin ABD’yi dışlama gibi bir politika şekillendirebileceği not edilmeli. Rusya’nın emperyalist olmadığı ticari kalemlerinin incelenmesi ile birlikte bugün daha net gözlemlenmektedir. Hatta bugün Rusya’ya emperyalist demeye bazı liberallerin bile dili varmamaktadır. 

Emperyalizmin yönelimi gerçekten sınırları çekmek mi yoksa dünya ticaretindeki payını arttırmak mı? Teknolojik gelişim ile birlikte ABD’nin ihraç ürünleri artarken bu ürünlerin tercih edilebilirliği nasıl sağlanabilir? Bu sorular bir anlamıyla varsayımları doğursa da değerlendirilmelidir. ABD’deki yatırımların büyük kısmı yıllardır teknoloji yoğun gerçekleşiyor. Üretim tesisleri her ne kadar ucuz ücretlerin olduğu bölgelere kaymış olsa da bilimin tekelleşmesi bugün net olarak gözlemlenmekte. Elektrikli araçları üreten şirketlerin çoğu ABD merkezli. 

Küreselleşme ile birlikte dizayn edilen sosyolojik yapının dünya üzerinde farklı yansımalar bulduğuna yukarıda söz etmiştik. Bugün doğrudan emperyalizm, iklim değişikliği ile savaş, nükleer silahlar ile savaş, sürdürülebilirlik ve yeşil ekonomi söylemlerinde bulunuyor. Emperyalizm bir dönemi bu kavramlar üzerinden popülarize ederek kendi çıkarlarının maksimizasyonunu sağlamayı hedefleyebilir. 

Ek olarak ABD emperyalizmi ve terör örgütü NATO’nun dünya üzerindeki çoğu işgalinde önüne engel olan ülkelerden birisi Rusya’dır. Çok yakın dönemde Suriye, Afganistan, Azerbaycan-Ermenistan, Kazakistan’da yaşanan olaylarda yaşanan sürtüşmelerin hepsinde ABD-Rusya arasında gerilim yaşanmıştı. Bugün ise Ukrayna Savaşı sebebiyle Rusya ekonomisi büyük bir tehdit altında. Rublenin değer kaybetmesi ve oluşan yaptırımlar uzun vadede Rusya ekonomisinin etkinliğini düşürebilir nitelikte. 

Rusya’nın Çin ile ilişkilerini daha da pekiştiren bu yaptırımlar ekonomik savaşın derinleşmesini sağlayabilir. Yine ABD merkezli çip üretimi yapan dünyaca ünlü şirketlerin Rusya’ya ürün göndermeyi durdurması, Rusya’nın Avrupa üzerinden yaptığı tehditler iki tarafa da zarar verecek olsa da kimi ölçülerde göze alınmış durumda. Göze alınmayan kısımlar da söz konusu. Putin’in gönderilen gazları kesme çıkışı ise Rusya’ya zarar verir nitelikte.

Yaptırımların ve savaşın şiddetlenmesi ekonomik kutuplaşmayı ve savaşın boyunu arttırabilir. Rusya ülkenin doğusuna Çin’e ihraç etmek için en büyük doğalgaz rafinerisini inşaat etmiş durumda. Şu anda dış ticaretindeki en önemli ülke konumunda Çin bulunmakta.

Gazprom Rusya’nın en önde gelen doğalgaz ihracatı yapan şirketiyken, uzun vadeli doğalgaz satışlarının daha fazla olduğu gözleniyor, anlık anlaşmalarda ise yüksek oranda gaz gönderme eğilimi bulunuyor. Avrupa’nın diğer doğalgaz tedarikçilerinin ise gönderdiği oranı arttırmak gibi bir durumu bulunmuyor. Bir diğer doğalgaz ihracatçısı olan Norveç, gönderebileceği maksimum doğalgazı gönderdiğini belirtmişti. Alman hükümeti ise bu duruma karşı önlemler alacağını söylese de kısa vadede bağımlılık devam edecek gibi gözüküyor. 

Sonuç olarak bir ekonomik savaş zaten ülkeler arası rekabet gereği zaten vardı. Bu ekonomik savaş dondurucu soğuklukta mı yoksa daha normal mi geçecek? Bunu ABD ve rekabet gereği karşısında olan ülkelerin adımları belirleyecektir. Matrisler üzerinden oyun teorileri kurmak ne kadar anlamlı olacaktır bilemeyiz ama emperyalizmin attığı her adım savaş ve yıkım getirirken bu dönemde de aynısı yaşanmaktadır. Uzun vadeli görünen emperyalist yönelim ise dünyada enerji kaynaklarının kullanımında olan değişiklikler olarak değerlendirilebilir. 

Kaynakça

Karafakioğlu, M. (2019). Ululasarası Pazarlama Yönetimi. İstanbul: Beta Basım Yayım.

Önder, İ. (2016). Emperyalizmin Türkiye’yi Dönüştürme Etkisi: 1980 Sonrası Politikalar. İ. Önder içinde, İktisat Üzerine Düşünceler (s. 195). İstanbul: Yordam Kitap.

Stiglitz, J. E. (2018). Küreselleşme: Büyük Hayal Kırıklığı. İstanbul: Alfa Basım Yayım .

 

Comments are closed.

0 %