Gündem

Burjuvazinin Seçim ‘Kumpanyası’ Başladı

Gökmen Kılıç

Türkiye olağan koşullarda 2023 Haziran ayından yapılacak olan seçimlere hızla yaklaşıyor. Yaşanan ekonomik krizin ve onun siyasi yansımalarının her geçen gün daha fazla hissedildiği Türkiye’de yaklaşan seçimler halkın gündeminde daha fazla yer tutmaya başlamış durumda. Seçim atmosferine girilirken toplumun siyasete karşı olan duyarlılığının artması gayet doğal bir durumdur. Halkın önemli bir bölümü, yaşanan kötü günlerin yapılacak seçimlerin ardından geride kalacağını düşünerek genel bir iyimserlik havası içinde bulunur.

Toplumda oluşan bu iyimserlik, siyaset kurumuna olan beklentinin tüketilmemiş olması bakımından önemli sayılmalıdır. Türkiye’de halkın seçimlere katılımı ve siyasete olan ilgisi, bireysel ve toplumsal ölçekte hala bir çözüm arayışının devam ettiğine işaret ediyor.

Ancak madalyonun diğer yüzünde, var olan siyasi canlılığın ve arayışın sandığa indirgeniyor oluşu başlı başına bir meseledir. Seçimler ve sandık söz konusu olduğunda, ilkesizliği varlığının ayrılmaz bir parçası sayan burjuva siyaseti için eşsiz olanaklar açığa çıkmaktadır. Bu olanaklar çoğunlukla halkta oluşan beklentinin biçimine göre siyaset diline ve vaatlere yansımaktadır. Popülist söylemler etrafında yeniden üretilen burjuva siyasetinin böylesi bir durumda vaatlerini bol keseden söylemesi kolaylaşır; ağzı en iyi laf yapan ve iddiaları gerçekliğe en yakın görünen siyasal özne işin ‘kaymağını yemeye’ en yakın aday kabul edilir. Seçimler yapılır, halkın iradesi tecelli eder ve yeni gelen eskinin döküntülerini bir çırpıda temizleyip sistemi yeniden düzenler!

Tüm bunlar kısıtlı bir zaman diliminde halkın önüne koyulan seçeneklerden birinin seçilerek, bir dahaki seçime kadar ‘kabuğuna çekileceği” kontrollü bir siyasallaşma sürecinin parçalarıdır.

Yukarıda kısaca sıralamaya çalıştığımız seçim denkleminin kural koyucusunun düzen siyaseti olduğuna kuşku bulunmuyor. Bu nedenle, yaklaşan seçimler için burjuva siyaset öznelerinin şimdiye kadar hangi söylemleri önce çıkardıkları bizler için önem taşıyor.

Seçim Pazarı Açıldı: Düzen Partileri Ne Söylüyor

Seçimlerin en kötü haliyle önümüzdeki bir yıl içinde yapılacağı kesinleşmiş görünüyor. AKP iktidarı 20 yılını geride bırakırken, Türkiye’nin kaynaklarını tarihte emsali görülmemiş biçimde birer birer yağmalamış durumda. Bunca badireyi atlatan AKP’nin önümüzdeki seçimlerde iktidarını koruyup koruyamayacağı ise merak konusu. “AKP gidecek mi?” sorusuna hala peşin yanıt vermek mümkün görünmese de, AKP’nin yeni bir kurucu özne olma iddiası başlamadan bitmişe benziyor. AKP’nin gerek emperyalizmle gerek gerici ideoloji ile kurduğu bağ üzerinden ortaya çıkan tabloda, Türkiye toplumunu bir yerden bir yere taşıyamayacağı netleşmiş durumda. Bu bağlamda, AKP’nin topluma ezberletmeye çalıştığı tarih ve Türkiye okumasının ciddi problemleri bulunuyor. 

Her şeyden önce AKP iktidarının ortaya koyduğu ümmetçi-Osmanlıcı anlayışın tarihsel ufkunun ve gerçekliğinin günümüz dünyasında bir gerçekliği bunulmuyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ısrarla anlatmaya devam ettiği gerçekdışı tarihsel anlatılar İslamcı tabanı dışında pek az heyecan yaratmışa benziyor.

“33 yıl Osmanlı’yı bir karış toprak kaybetmeden yöneten Abdülhamit’e dil uzatmak haddini aşmaktır ve bu millet haddini bildirecektir.”

Erdoğan’ın seçim başlangıcı niteliği taşıyan Adana mitinginde söylediği bu cümleler az önce belirttiğimiz çerçeve içinde değerlendirilebilir. Tamamen temelsiz olan bu söylemin tarihsel bir çarpıtma olduğu su götürmez bir gerçek; fakat Abdülhamit’in Osmanlı tarihinin en çok toprak kaybeden ve istibdat ile özdeşleşen padişahı olması Erdoğan’ın bu cümleyi kurmasına engel olmuyor. Erdoğan için önemli olan kurguladığı tarihsel retoriğin ısrarla söylenerek İslamcı kitlenin konsolide edilmesidir.

İstanbul’un fethinin 569. yıldönümünde AKP’nin yaptığı mitingde de aynı tabloyu görmek mümkündür. Fetih ve Ayasofya gibi simgeler üzerinden İslamcı kitle memnun edilmeye devam edilmiştir. AKP’nin gerek simgesel gerek imgesel düzeyde oluşturmaya çalıştığı dünyanın, toplumsal gerçeklik karşısında ne kadar etkili olacağı ise siyasetin konusudur.

Düzen siyasetinin diğer kanadındaki CHP’nin İstanbul mitingi ise Kılıçdaroğlu’nun muhtemel cumhurbaşkanlığı adaylığı üzerine kurgulanmış durumda. Kemal Kılıçdaroğlu CHP’nin bilinen söylemlerini tekrar ederken, son günlerin popüler gündemi olan sığınmacılar gündemine de değindi.

“Türkiye’ye gelen kaçakların, Afganların, Suriyeli sığınmacıların ülkelerine geri gönderilmesine inanıyorum. Benim vatan sevgimde sınır namustur anlayışı var.” 

Sığınmacılar için söylenen bu sözlerin emperyalizme tek laf etmeden rahatlıkla ifade edilmesi, düzen siyasetinin popülist dilinin tipik bir örneğini oluşturuyor. Kılıçdaroğlu’nun “göndermek” üzerine kurduğu sığınmacılar politikası nedenlerinden bağımsız bir biçimde miting meydanlarından halka anlatılıyor. Erdoğan’ın Osmanlıcı söylemi ile Kılıçdaroğlu’nun sığınmacılar üzerinden oluşturduğu siyaset dilinin aynı sağ popülizmden beslendiğini söylemeliyiz. Kaldı ki, AKP iktidarının Suriye’ye yaptığı tüm askeri operasyonlara mecliste destek veren CHP’nin, bugün sığınmacılar konusunda ahkam kesmesi gayriciddi bir durumdur. Suriye’nin emperyalizm tarafından parçalanmasına dolaylı ya da doğrudan katkı koyan düzen aktörlerinin miting meydanlarında sığınmacılardan şikayet etmesi aynı zamanda ahlaki bir çürüme örneğidir.

Hep diyoruz, düzen siyasetinde ilke ve etik değer aramak boşunadır. Burjuva siyasetinin aktörleri vaktiyle kendi sebep oldukları tüm sorunları bugün çözeceklerini iddia edecek kadar pişkindirler.

DEVA Partisi lideri Ali Babacan’ın miting meydanlarında ekonomiyi düzelteceği söylemesi de benzer bir örnektir. Partisinin Gaziantep mitinginde konuşan Babacan, Türkiye ekonomisini düzeltmek konusunda bir hayli iddialı konuşmalar yaptı.

“O dönem [200 lira] 123 dolar ediyordu. Bugün 12,5 dolar ediyor. Paramız pula döndü. Milletin cebindeki parayı erittiler. Memleketi düşürdükleri durum bu.”

Dönemin AKP’sinde Ekonomi Bakanlığı yapan Ali Babacan’ın bugün ülkemizin geldiği durumda büyük pay sahibi olduğunu hepimiz biliyoruz. Ancak bunun Babacan için bir önemi yoktur; “memleketi ben batırmadım, onlar batırdı” demek dışında halka anlatacağı pek bir şey bulunmuyor. 

Diğer yandan, katıldığı programlarda gençlere öğütler vererek özgürlükten bahseden Babacan’ın Gezi davasında hala müşteki sıfatıyla bulunması da not edilmelidir. Liberalizmin sözde özgürlüğünden dem vuran Babacan gibi siyasetçilerin ne ülke ekonomisine ne de gençlerin geleceğine dair söz söyleme ehliyeti yoktur.

 

Düzen Siyasetinde Yalanlar ve Gerçekler

Cumhur ve Millet ittifakını oluşturan özneler bugün düzen cephesinin iki kanadını olarak ülkeyi yönetmeye talipler. Toplumun önüne çıkan bu partiler; ekonomiyi, iç ve dış siyaseti, yani ülke idaresini onlara teslim etmemizi vaaz ediyorlar. AKP’nin ya da eski AKP’lilerle bugün birlikte yürüyen CHP’nin biçimsel farkları olmakla birlikte, temel politikalarda aynılaştığını birkaç örnek ile anlatmaya çalışalım.

Türkiye’de burjuva siyaseti temel olarak emperyalizmle ve sermaye sınıfıyla kurulan ilişkiye göre şekillenmektedir. Aradaki farklar genellikle bu ilişkinin nasıl kurulacağına dair tartışmadan ibarettir.  CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun Ukrayna gündemi üzerinden NATO üyeliği hakkında son yaptığı çıkışı hatırlayalım:

“Bugün elimizde kalan tek Batı bağlantısı NATO olmasa Türkiye nasıl bir ülkeye dönüşür ve nasıl bir tehdit altında kalır farkında mısınız! Bugün NATO şemsiyesi altında olmasak, Batı’nın gözünde Türkiye ABD işgali öncesi Irak’tan, müdahale öncesi Libya’dan ve hatta iç savaşı kışkırtılan Suriye’den farklı bir ülke mi olur sizce!

Bugün elimizdeki tek Batılı değer NATO üyeliğimizdir. Türkiye’yi sadece Doğu’ya ve Kuzey’e değil Batı’ya karşı da koruyan yegane kalkanımızdır.”

Kılıçdaroğlu’nun bir koruma şemsiyesi olarak gördüğü şey emperyalizmin kanlı örgütü NATO’dur. Irak’ın, Libya’nın ve son olarak Suriye’nin ABD ve NATO eliyle parçalandığı ortadadır. Peki, Kılıçdaroğlu’nun NATO’ya sahip çıkmasıyla, Erdoğan’ın Suriye politikası arasındaki fark nedir?

Erdoğan’ın 2016 yılında kurduğu şu cümleleri tekrar hatırlayalım:

“Özgür Suriye Ordusu terör örgütü falan değil, hatta Amerika’nın başında ‘birlikte kuralım’ dediği bir örgüttür. Ilımlı muhaliflerden oluşan direniş hareketidir. Biz şimdi onlarla beraber hareket ediyoruz, onlara gerekli desteği veriyoruz. Niye? Kendi topraklarında onları yalnız bırakmamak için”

Her iki açıklama da düzen siyasetinin ABD ve NATO ile kurduğu ilişkiyi bizlere net olarak gösteriyor. Buradan hareketle, CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun geçtiğimiz günlerde paramiliter bir örgüt olarak tanımladığı SADAT’ın kapısına dayanması tezatlık içermektedir. SADAT’ı kimlerin kurup, eğittiği; Suriye’de, Libya’da ve birçok ülkede kimlerin önünü açtığı ortadayken, Türkiye’nin NATO üyeliğine sahip çıkmak tam olarak düzenin değirmenine su taşımaktır.

Sosyalist Mücadelede Bir Görev: Oyunbozanlık

Sosyalist mücadele açısından düzen güçlerinin siyasi tercihleri, sermaye düzenine ve emperyalizme bağlılığın farklı tezahürleri olarak görülmelidir. Siyasal duyarlılığın arttığı seçim dönemlerinde yalana dayanan düzen siyasetine karşı, düzenin yöntem ve araçları kullanılarak mücadele edilemez. Kapitalist sömürü düzenine karşı mücadelemizi, bu düzenin yarattığı araçlarla değil; ideolojik, teorik ve politik düzlemde kendi karşıt araçlarımızı üreterek vermek zorundayız.

Toplumda oluşan AKP iktidarından en kestirme yoldan kurtulma eğilimine, boş bir mucize beklentisine ve içinden bir türlü çıkılamayan aritmetik hesaplara karşı da tüm denklemin dışına çıkılmalı; özetle, ‘oyunbozanlık’ yapılmalıdır.

Comments are closed.

0 %