Kültür-Sanat

Kuzgun Acar: Sosyalist Kültürümüzün Müstesna İsmi

Cengiz Kılçer

Kuzgun Acar (28 Şubat 1928-4 Şubat 1976) çağdaş Türk heykel sanatının “1950’ler Modernizmi” olarak bilinen akımın öncülerindendir. 1950’lerin başlarında, Ali Hadi Bara, Zühtü Müridoğlu, Şadi Çalık, İlhan Koman ve Kuzgun Acar gibi sanatçılar yapıtlarıyla heykel sanatında büyük bir çıkış yaparlar. Demir, çivi, tel, ahşap ve hurdacılardan topladığı malzemeler kullanır yapıtlarında.

Sosyalisttir, devrimcidir, hülâsaten Türkiye sosyalist kültür birikiminin ve zenginliğinin müstesna bir ismidir. Kuzgun Acar çalışmalarında hareketi yakalar ve hareketin durdurulamayacağını düşünür. Kendi doğasına aykırı olduğu için figüratif çalışmak yerine soyut çalışmalara yönelir. Örneğin, kuşun kendisini yapmaktansa onun hareketlerini çalıştığını belirtir. “Ben mi heykel yonttum, halk mı beni yonttu, bunu bilemem” der. Aslında heykeltıraşı yontan sokaktan geçen adamdır. Heykellerinin insanları şaşırtmasını ister. İlla sanatseverlere seslenmeyi düşünmez. Herhangi bir insana seslenir. Mesela hiç okuma yazma bilmeyen insana da seslenir. Sanat, hiç okuma yazması olmayana da bir şeyler söyleyen bir nesnedir ona göre. İzleyici heykelin lezzetine varır ve hesap sorar. Heykelini izleyeni şaşırtmaktan muradı da şaşıran insanın eninde sonunda doğruyu ve doğru olanı bulacağına yürekten inanmasıdır. Bu bağlamda ürettiği çalışmaların yığınlara ulaşması ve kabul görmesi bahtiyarlığına erişir. Ankara Kızılay Meydanı’nda bulunan Emekli Sandığı Gökdeleni’nin (Emek İşhanı) cephesine yaptığı “Türkiye” (1966) rölyefi ile İstanbul Manifaturacılar Çarşısı (İMÇ) için yaptığı “Kuşlar – Soyut Kompozisyon” adlı eseri bunlar arasındadır. 

Kuzgun Acar’ın kimi yapıtları kayıptır. Ankara Emek İşhanı’ndaki “Türkiye” rölyefi, 1981 yılında sökülmüş, bir süre depolarda bekletildikten sonra hurdacıya satılmıştır. DİSK-Maden-İş’in Gönen’deki eğitim ve dinlenme tesislerinin açık alandaki duvarına otomobil parçaları ve hurda demir malzemeleri ile yaptığı, işçi ve ailesi ile işvereni temsil eden 13 metrelik çalışması yine 12 Eylül 1980 Cuntası döneminde yerinden sökülür. Tesis yetkilileri heykelin 12 Eylül’den sonra Balıkesir Valiliği’nin isteğiyle söküldüğünü belirtirler. Ancak işçiler bu heykelin yok olmasına kıyamazlar ve bir merdiven altında gizlerler. “Heykel parçalarını merdiven altından çıkarttık. Elimizdeki bir fotoğrafa dayanarak parçaları bir araya getirdik. Heykel ortaya çıktı. En ilginci Kuzgun Acar’ın bu heykele imzasını bir heykelle atmış olmasıydı. Bir köşeye kendi heykelini koymuştu. Tesis Müdürlüğü heykeli daha sonra yerine monte eder.” 1975’te Antalya Valisi Haşim İşcan anısına yaptığı el heykeli depoya kaldırılmış, çok zaman sonra Antalya Karaalioğlu parkına yerleştirilmiştir. 

Sanatçı, ilginç bir biçimde, kimi eserlerinin ortadan kaybolmasına hayattayken bizzat tanıklık etmiştir. Ünlü atlet Ömer Besim Koşalay’ın (1899-1956) mezarına uyguladığı 1.30 metre boyunda pirinç malzemeden büst 1970 yılında çalınır. Çalanlar Okmeydanı’nda bir hurdacıya götürüp satmak isterler. Hurdacılar almayınca, hırsızlar elde heykel dolaşırlarken yakalanınca da basına haber olur. Hırsızlardan biri “Eğer bu heykelin Ömer Besim Bey’e ait olduğunu ve de Ömer Besim Bey’in Türk sporuna bu kadar faydalı bir isim olduğunu bilseydim, böyle saygısızlık yapmazdım.” der.

Kuzgun Acar’ın uluslararası bir sanatçı olduğunu da unutmamak gerekiyor. Paris’te “Uluslararası Genç Sanatçılar Bienali”nde (1961) birincilik ödülüne layık görülmüştür. Bienale demir çivilerden kaynak tekniği ile yaptığı iki heykelle katılır ve heykel dalında “Paris Kenti Birincilik Ödülü”nü kazanır. Bu ödül sayesinde yabancı genç sanatçılar için ayrılan burstan yararlanır. Acar, Bienal’i ve ödül almasını şöyle aktarır: “Sonuçta jüri benim yapıtımı, birinci seçti. Paris kalktı üzerime geldi sanki. Ne kadar önemli bir adam oluverdim birden. Bizim hariciye bile kalktı aradı beni. En çok ta ona şaşırmıştım. Ama öğrendim ki sonradan ödül kokteyli için elçiyi çağırmışlar. Elçi de eski memur temkinli adam ne de olsa. Büyükleri bilir. Kalkmış Ankara’ya danışmış. Büyükleri ne dediyse adam ondan sonra Paris’te benden önde adım atmadı. İstanbul’a döndüğümde en çok elçi rahatladı diye sevindim. Bu ödül benim yaşamımda en soluklu boyuttur tabii.” 

Kazandığı bursla çalışmalarını bir süre Fransa’da sürdüren Acar, 1962’de Paris Modern Sanatlar Müzesi’nde (Musee D’Arts) sergi açar. 1964’te 23. Devlet Resim Heykel Sergisi’nde Heykel dalında birinci olan sanatçının eserleri Avrupa’da da tanınır ve 1966’da Rodin Müzesi’nde sergilenir. 

1968’deki sol rüzgâr Türkiye’nin tüm gözeneklerinde hissedilirken aydınların ve sanatçıların etkilenmemeleri mümkün değildir. Sanat da sanatçılar da doğal olarak politikleşir bu süreçte. 60’lı yıllarda Türkiye İşçi Partisi’ne üye olmasının ardından yapıtlarına müşteri çıkmamaya başlayınca derd-i maişete düşer; balıkçılıktan meyhaneciliğe kadar muhtelif işler yapar. Bu sıralarda hem tiyatro yönetmeni ve aynı zamanda oyuncu Mehmet Ulusoy ile hem de onun aracılığıyla ‘sokak tiyatrosu’ ile tanışır. Sol dalgayla beraber tiyatro oyunları da militan bir tarzda kamusal alanların haricinde grevlerde ve mitinglerde sahnelenir. Kuzgun Acar, Mehmet Ulusoy ile Devrim İçin Hareket Tiyatrosu’nun, ardından Théatre de Liberté’nin yapımlarında çalışır ve başta Bertolt Brecht’in Kafkas Tebeşir Dairesi’nin efsane yorumu olmak üzere, pek çok oyun için kostüm ve 140 mask üretir. Bu maskların 86’sını 14 oyuncu, değiştire değiştire kullanır. Sanatçı tiyatroya dair görüşlerini şöyle açıklar: “Neden hep tiyatro? Yok, canım, yani ‘hobby’ diyorlar ya, öylesine özel bir tutku değil… Yaşamın bir parçası Tiyatro. Bana kolektif namusun ne demek olduğunu öğretti. Heykel, resim gibi bireysel sanatın kolektif olabileceğini, ortak amaç için nasıl kullanılabileceğini öğretti.” 

1969 Kanlı Pazar ve Sinema

Kuzgun Acar sadece heykelle, tiyatroyla sınırlamaz kendini; film ve sinemayla da uğraşır, kısa filmler çeker. Yeni Sinema dergisi için kaleme aldığı “Türk Sineması Üzerine Soruşturma” başlıklı yazısı onun kuramsal yaklaşımının derinliğini de gösterir: “Çağın aşamasına karşı çıkan bir düzende, yığınlara, çağdaş ve diri yapıtlar verme yolunu seçmenin, hazırda bekleyen mali olanakları tepmek olacağını sezen ve usta – çırak geleneği ile kabullenen iki sanat kolunun (heykel ve sinemanın) kültürel sorumluluk ve moral yönden zerrece farkı yoktur karşılaştırıldığında. Heykel, abidecilik yolunu heykelin ülkemizdeki son ve değişmez aşaması sayıp tek tipliğe giderken, Türk sineması da Yeşilçam geleneklerini yargılayanlarda deccalı görme dehşetinde. Kolektif bir yaratma olan sinema ile kişisel çabanın yeterli olduğu heykel sanatını aynı paralele sokan nedenleri sıralamak isterim: 

  1. a) Her iki sanat kolunun da büyük yığınlarla karşılaşabilme kolaylığı 
  2. b) Uygulamada, nicelik, nitelik ve zaman faktörü olarak emeğin en az oluşu 
  3. c) Yığınları, şartlandırıldıkları estetikte ve dünya görüşünde doğrulamaya alet oluşları 
  4. d) Etki alanlarının, çağdaş eğitiminden yoksun ya da ‘az nasipli’ler oluşu 
  5. e) Sinema ve heykelin, diğer sanatlara oranla inanılmaz yükseklikte mali olanaklar sağlaması 
  6. f) Dar çevrede organlaşmanın uzun süreli piyasa şartlamaları için yeterli olması 
  7. g) “Kapkaç” düzenin paylaşıcılarından olmanın moral sonucu olarak, sanata inancını sürdürenlere saldırmayı loncalaştırmaları 
  8. h) Her iki sanat dalında da kişilik kazanmayı, bölgecilik ve ‘vulgarisation’ ile karıştırmada -çoğunlukla bilinçli- direniş. 

Korku uyandıran yön, bütününde böylesi ortak umutsuzluklara sahip iki sanat dalından heykelde -çok küçük bir yüzde ile de olsa- meslek haysiyetinde ve çağına ağırlığını koymada kararlı profesyonellere rastlanmasına karşın, profesyonel sinemanın, içinde bulunduğu durumdan bütünü ile mazoşist bir haz duyması. Bu açıdan, durumun, sanat ve ekonomi kadar tıp ilmi ile de yakından ilişkisi olduğu kanısındayım.”

16 Şubat 1969’da İstanbul Taksim Meydanı’nda ABD’nin 6. Filo’sunu protesto etmek için toplanan kitleye faşistler saldırdığında, Kuzgun Acar bu saldırıyı filme çeker. Can Yücel de o günü şöyle anlatır: “Evet. Kuzgun’un bir kahramanlığı olmuştu. Çok hoş bir kahramanlık… Biz meydandaki kalabalığa tiyatro yaptık. Hatta daha sonra bu gösteriyi mecliste göstermişler. Gösteri başlayınca Kuzgun hemen fotoğraf, film çekmeye başlamış. Yürüyüş başlayınca baktım Kuzgun otobüs durağının üzerinden yürüyüş kolunun fotoğrafını çekiyor. ‘İn aşağıya, Arap diye seni vururlar’ diye takıldım. Sonra Taksim’de kıyım başlayınca çektiği fotoğraflar tarihi belge oldu. Bu film sonra emniyete belge olarak verildi. Soruşturma açıldı. Hiç bir sonuç alınamadı. Ama tek sağlam belge Kuzgun’un kareleriydi. Hâlâ duruyor mu bilemem?”

Kuzgun Acar, anlatmak ve yazmakla bitmez. Zamansız ölümünün ardından Belçika’daki Türkiyeli İşçiler Birliği’nin yaptığı açıklama tam da Kuzgun Acar’ı tarif eder: “İşçi bir ananın türlü fedakârlıklarla yetiştirdiği, hayatı boyunca gerek heykeli, gerek doğrudan doğruya çalışmasıyla içinden çıktığı işçi sınıfına hizmetten geri kalmamış değerli bir sanatçı” 

Sanatın bugün artık iyiden iyiye piyasaya teslim edildiği, “sanatçı”nın ise kendini piyasa değerleriyle ölçtüğü, pazarın sunduğunun körü körüne kabullenildiği, alışkanlıkların yaşamları belirlediği koşullarda sosyalist kültürümüzün müstesna ismine kulak vermek şarttır:  “Çok büyütülüyor aslında. Sanat, sanat, sanat… Ne oluyoruz ki yani. Hani bir adamın İstanbul-Ankara otobüsünü götürmesi herhalde benimkinden daha güç bir şey. Ben biraz daha kolay idare ediyorum. Ve ben onun heykelini yapmak istiyorum…”

 

Notlar:

1- Kuzgun Acar’ın 13 Metrelik Duvar Heykeli. Milliyet. 18 Eylül 1997, s. 27.

2-Ömer Besim’n Büstü Çalındı. Milliyet. 18 Aralık 1969, s. 12.

3- Ural, Murat vd. (2004) Kuzgun Acar, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, s. 53

4- Ural, Murat. “Biyografi: Bir Başkaldırıydı O”, içinde Kuzgun Acar, Milli Reasürans T.A.Ş. (21-103), 1997, s.72

5- Acar, Kuzgun. (1968 Haziran-Temmuz), “Türk Sineması Üzerine Soruşturma”, Yeni Sinema Dergisi, Sayı 18-19, s. 55

6- Ural, Murat vd. (2004), a.g.e., s. 82

7- Kuzgun Acar Toprağa Verildi. Milliyet. 7 Şubat 1976, s. 10.

8- Ural, Murat vd. (2004), a.g.e., s. 19

Comments are closed.

0 %